Paylaş
2007’den beri kullandığım; “Kornişon” sınıfındaki aracımı vizeye götürdüm. İlk dakikalarda, her şey yolunda görünüyordu. Ama muayene hattının sonuna doğru, teknisyenlerin yüzü asıldı. Aracımla doğrudan ilgilenen arkadaş, birkaç kez kapıları açtı ve içeriye baktı; pek mutlu gözükmüyordu. Sonra başka arkadaşlarını çağırdı yanına. Onlar da (kişi başına ve ayrı ayrı olmak üzere…) birkaç kez kapıları açıp içeri baktılar. Onların da yüzünde aynı hayal kırıklığı vardı. Yetmedi, âmirlerini çağırdılar; o da geldi, kapıyı açtı; Sağdan ve soldan birkaç kez, dikkatle içeriyi kontrol etti. Hayli sıkıntılı ve mutsuz görünüyordu; yüzündeki dehşet ifadesini saklamaya çalışarak masasına döndü. Hepsinin, beden dillerine yansıyan endişe giderek büyüyordu…
Ayaklarımın beni arabama doğru sürüklediğini hatırlıyorum. “10 yıldır kullandığım aracın içinde, herkesi bu kadar heyecanlandıran ve ürküten ne olabilir ?” düşüncesiyle kapıyı açtım. Gözlerimi kapattım ve bir besmele çekerek korka korka başımı uzattım içeriye. “Game of Thrones” efektiyle karışık bir “sürprize” hazır vaziyette, yavaşça açtım gözlerimi… Ne mi gördüm ? “Bond, James Bond…” Yani, bildiğim, bildiğiniz otomobil ! Arka tarafa iki büklüm olmadan geçemediğiniz, Misafirlere “aman başınızı vurmayın, ayağınız takılmasın…” diye tenbih ettiğimiz; “Hobbit Style”, çoktan 200 bin kilometreyi devirmiş arabam… “Senin aklının, bilgi ve görgünün yetmediği, anlayamadığın bir şeyler var ya, haydi hayırlısı…” diyerek, çaresizlik içinde, beklemeye başladım.
Bir 10 dakika sonra, heyet halinde bana doğru yürümeye başladılar. “Hastayı kaybettik, başınız sağolsun…” renginde bir teessür vardı yüzlerinde. Allah için, çok naziklerdi. Benim arabamla ilgilenen teknisyen, arkadaşlarından bir adım kadar öne çıktı ve kötü haberi söyleyiverdi: “Beyefendi, aracınızda ağır bir kusur tespit ettik; bunu gidermeniz lâzım…”
“Yapmayın ! Sorun nedir ?” / “Beyefendi aracınızda kaç koltuk olduğu belli değil…” / “Nasıl değil ? Kaç koltuk olduğunu göremiyor musunuz; sayamıyor musunuz ?”/ “Beyefendi, yönetmelik değişti. Emniyet, koltuk sayılarının hesap şeklini değiştirdi. Yeni sayıları da sisteme girdiler. Ama sizin arabanızda, ‘Sürücü + kaç koltuk ?’ hesabı tutmuyor.” / “Eksik mi, fazla mı ?” / “Sistemde 3 görünüyor, ama araçta 4 koltuk var; galiba…” / “Galiba ne demek ? Arkadaşım, bilmem kaç sene önce ithal edilmiş, devletin verdiği ruhsatla, defalarca vizeden geçmiş ve hiç tâdilât görmemiş bir araç bu. Zaten küçücük; araya tabure attığımı mı, düşünüyorsunuz ? / “Vallâhi orasını bilemiyoruz…. İthalâtçı firmadan, koltuk sayısı hakkında teknik bir belge alıp, bunu emniyet kayıtlarında düzelttirmeniz gerekiyor. / “Sevgili kardeşim, ben bu arabayı, bu koltuklarla 10 senedir kullanıyorum. Bu kadar zaman sonra, ben neden aracımın 4 koltuğu olduğunu ispat etmek zorunda kalıyorum ? Dikkatsiz bir devlet memurunun, ‘sisteme giriş ya da girmeyiş hatası’nı, neden benim tamir etmem gerekiyor ?” Cevap veremediler… Trafik Şubeye gittim; “ağır kusura yol açan hatalarını” düzelttirdim.
Bir seferinde de, aracın üzerindeki “çeki demiri”, ruhsata işli olmadığı için “ikmâle” kaldık. Oysa, ruhsatın “vize için gerekli olan sayfaları bitmişti; yeni verilen ruhsata eski şerhi düşmemişti trafik; çeki demirinin “sistemde göründüğü”nü bulup kanıtlamak yine bana düşmüştü. Bir başka sefer ise, “aracınızın sınıfı sistemde görünmüyor; bunu emniyetten düzelttirmeniz lâzım Beyefendi…” dediler. Gittim; “hatalarını” düzelttirdim !
Nihayet yeni “vize”nin zamanı geldi. Alındığından beri, bütün vizelerden çeki demirli olarak geçen arabamı, farklı bir sürpriz bekliyordu. “Aracın ruhsatında, ilk günden beri kayıtlı olan çeki demiri, bu kez de “sistemde görünmüyor”du… “Bunu emniyetten düzelttirmeniz lâzım Beyefendi…” dediler. Artık “vizefobi” diye bir terim uydurmanın zamanı gelmişti…
Sağda solda, dostlarla dertleşirken, esasında “pek yalnız olmadığımı” da anladım. Emniyetteki görevliler de, “günde kaç kişi, böyle kayıt düzelttirmek için geliyor, bir bilseniz ?” diye yakındığına göre, karmaşanın boyutu, bir bilgisayarcı atasözüne uygun büyüklükteydi anlaşılan: “Bir yerde karmaşa varsa ve siz o karmaşayı düzeltmeden, işleri, ‘hepsini sisteme girdik’ diyerek bilgisayarların sırtına yıkarsanız, sadece, karmaşayı, ‘bilgisayarlı bir karmaşa’ya dönüştürmüş olursunuz…”
Paylaş