Paylaş
MEYDANLAR, partilerin seçim şarkılarıyla inledi. İyisi kötüsü, ucuzu pahalısı, amatörlerin uydurdukları ve usta işi olanıyla bir süre sonra hepsi unutulacak. Çünkü bunlar özünde “seçilenin şarkılarıdır...” Seçmenin şarkısı olmaya aday neler var elde diye şöyle bir düşündüm? Kimileri, pazar günü “Ne doğan güne hükmüm geçer/Ne halden anlayan bulunur” terennümüne boyun uzatacaktı yine... Üç vakte kadar, “Kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime...” diyenlerle de yüzleşecektik. Bazıları da, pazartesi sabahının resmine bakıp, “sebep olanların arkasından” okkalı bir “kına” türküsü yakacaktı kuşkusuz: “Altın tas içinde kınam ezilir/gümüş de tarak üstüne zülfüm düzülür...” Adı, “düğün evinin defçisi, ölü evinin yasçısı”na çıkmışlar için, “Bir mahzun Mor Menekşe...” sorgusu, elde var birdi zaten... Kendime bir şey seçemedim anlayacağınız. Tam yazıyı bitirdim, gazeteye mail atmaya hazırlanıyorum. Son dakikada dilime takılana bakın; “İzmir’in dağlarında çiçekler açar” diye mırıldanırken buldum kendimi bilgisayarın başında. Sonu malûm zaten, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa...”
Benim oyuma lâyık olan...
“Kime oy vermeyeceğimi biliyorum! Kime, neden oy vermeyeceğimi de biliyorum. Oysa, kime neden oy vereceğimi bulamıyorum. Dolayısıyla, kime oy vereceğimi de bilemez hale geliyorum...” Bu satırlar, kararsızların başlarının üzerinde, bulut gibi ve bazen dolu, bazen boş dolaşan “konuşma balonları”nın, bilinçaltı tercümesidir. Fanatikleri saymazsanız, güzel ülkemin “tek başına iktidara gelebilecek kadar büyük partisi”nin adıdır, “kararsızlar”. Eski defterleri karıştırırken bulduğum bir cümleyi, işte bu kararsızlarla paylaşmak isterim: “Herkesin bir öyküsü vardır, ama herkesin bir şiiri yoktur” diyen usta’ya inat, kuşkusuz biraz da abartarak, “herkesin bir uykusu vardır, ama herkesin bir düşü yoktur” demişiz bir mecliste. Eğer siz de hâlâ kararsızsanız, “benim oyuma lâyık kim var?” diye sorun kendinize. Uyumanıza, uyutulmanıza bir şey diyemem. Ama neler düşlediğinizi ya da kâbusunuzun neler olduğunu kurcalarsanız, daha kolay karar verdiğini göreceksiniz.
Gölgeler kızarmadan
1971’deki bir makalesinde, “Sağ gözümün görme yeteneği, yüzde 50 oranında kayboldu. Doktorlar makula dejeneresansı diyorlar. Bazıları bunun bir darbe sonucu olduğu iddiasındalar. Bilmiyorum milletvekilliğinden kalma o geceyle ilgili ömür boyu sürecek bir yadigar mı bu? Politikacıların gözlerinin gerçekleri bir türlü görmediği kanısı yaygındır. Yazar olarak, gerçekleri görmeye çalışanları, sille tokat kör etmeye çalışmaları, kim bilir, onları da kendilerine benzetmek hırsından doğuyor belki de... Bunu ben yazmazsam, ola ki bir gün torunlarımın gözü ilişeceği fotoğraflarımda gölgem kızarır...” diyordu Çetin Altan. Okuyanlar ve yazanlar, gölgenizin rengi ne âlemde?
Paylaş