Paylaş
Üslûbu ve mesajı asla onaylamıyorum (üstelik hangi referandumu kastettiği bile belli değil) ama şu gergin günlerde “necip milletimin” mizah yeteneği de olmasa hiç ayakta kalamayacağız. Bu sebeple alıntıladım.
Yoksa ben, Fikret’in dediği gibi, “Kimseden bir fayda ummadığı, kol kanat dilenmediği / Kendi evreninde gezgin olduğu / Baş eğmenin, boynuna boyunduruktan ağır geldiği” erdemini koruması şartıyla herkesin “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir şair” olduğunu kabul etmekte ve nikriz şarkıdaki gibi “Meyhanede kaldık bu gece mestiz efendim / Bir şeyle mukayyet değiliz serbestiz efendim” tercihine sonsuz saygı duymaktayım. Aynı gözlükle “topçuların tribüne oynamasını, popçuların da popüler kültürle beslenmesini” hiç yadırgamadığım gibi köpürtülen genel tepkinin aksine sinirlenmediğimi dahi eklemek isterim. Dikkatlice bakarsanız “karşı görüşten olanı ‘hıyanet’ terazisinde tartma”nın, kadîm, kurnaz ve ucuz bir “orta şark” geleneği olduğunu hemen fark edersiniz. Oysa bu coğrafyada (“H” harfi ile başlayanlar içinde) davranışlarımıza yön veren ve verecek olan “hıyanet” sözcüğü değildir. Peki hangisidir? Gelin bir de “hamaset”e bakalım.
Bu noktada sıkı bir makas değiştirmek gerekiyor. Çünkü anayasa neticede “hayli teknik bir hukuk metni”. Sesini yükseltmek, amigoluk yapmak, bağırmak-çağırmak, kendi sesinin kubbede çınlamasına hayran kalmak, bütün tartışmalarda olduğu gibi fikrin sahibini haklı kılmaya yetmiyor. Çünkü hamaset “hamam” kökünden değil, “yaradılıştan sahip olunan cesaret” anlamından güç alıyor. Yani demem odur ki “hamaset” de bir referandum kampanyasının “göbek taşı” olamaz asla! Teklifin “getirisi ve götürüsüyle” basitçe tarif ve izah edilmesidir asıl gereksinim. Kala kala “hamakat” kaldı elimizde.
Sadece gazete arşivleri bile karıştırılsa hamakatın perde arkasında bekleyen “hicap” ile gizlice mukayese edildiği “fısıltı ile söylenmiş” ne malzemeler çıkar ortaya... Meselâ, 1986’da “Padişahçılıktan Kurtulmadıkça” başlıklı yazısında şöyle demiş Çetin Altan: “Hiç unutmam bir önemli kişi: ‘Beyefendi, beyefendi’ demişti. ‘Durmadan anayasadan söz ediyorsunuz. Anayasa, babayasa hepsi iyi hoş da, devleti kim kurtaracak?’ Aslında devletin anayasa yüzünden battığına inanıyordu. Tıpkı, meşrutiyetle cumhuriyetin devleti batırmakta olduğuna inanan bir padişah gibi. Ve son üçyüz yılda kaç padişahın devrilmiş olduğunu da hiç mi hiç bilmiyordu.” Usta yetinmemiş, “Bunu ben yazmazsam, ola ki bir gün, torunlarımın gözü ilişeceği fotoğraflarımda gölgem kızarır” diye eklemiş 1996’da. Bu satırların yazarı da imrenmiş olmalı ki, arşive baktım, “herkes kendi torununa hesap verecek” tabelâsını asmış köşesine daha birkaç ay evvel...
Aklımın yettiği kadarıyla, son tavsiyemi merak ederseniz eğer, “Siz siz olun, hesap faslı görülmeden, bu coğrafyada davranışlarımıza asıl yön verdiğini düşündüğüm ‘hamakat’ sözcüğüne özel bir önem verin!” derim. Bu kavramın (mecburiyetten yazılarımda sık sık irdelemek zorunda kalma utancıma rağmen) akraba olduğu “ahmak” kelimesiyle birlikte Arapça “humk” aslından evrildiği yönündeki etimolojik analizi hatırınızdan çıkartmayın isterim. Çünkü sözlüklerde “akılsız, budala, kalın kafalı” gibi karşılıklar verilen “hamakat”ın Türk siyasetinde ilk “okkalı” kullanılışı tahmininizden eskidir ve Damat Ferit için sarf edildiği iddiasına tarihlenir, “bazı hallerde hamakat (ahmaklık) hıyanetten daha tahripkâr olur!”
Bu cümleyi torunlarınızın veya onların kuşağından bir yabancının “lâf sokuşturur” gibi söylemesi kuşkusuz yaralayıcı olacaktır. Ama şimdiden önleminizi alır, geleceğe yatırım yapar, iki satırlık bir pusula yazıp zarfa koyarsanız kimse arkanızdan konuşamayacak ve “referandumun sonucu ne olursa olsun” kimse size ilişemeyecektir; tecrübe edildi, model işliyor! Pusulada şunlar yazacak: “Çocuklar bana ahmak diyebilirsiniz. / Ne kadar ahmak bir insanmışım. Halbuki bunu herkes söylüyordu, ben buna itiraz ediyordum.”
Paylaş