Paylaş
Vakit çoktan gece yarısını geçti ve bu yazının sabah gazetede olması gerekiyor. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı’nın aynı sahneyi paylaştıkları “One Stage / Bir Sahne” projesini okuyucularıma anlatabilmek için öyle bir “giriş kapısı” bulmalıyım ki, o kapıdan geçerek takip ettiğimiz ayak izleri, bütün konserin ruhunu temsil edebilsin. Doğru tercih, “A’raf” galiba...
Program kitapçığında “-Araf- sözcüğü için, ‘orta yer / aradaki yer’ anlamına gelmektedir” yazsa da aslında (İslâm inancında) “A’raf”, “Cennet ile Cehennem arasında bulunduğu düşünülen tepenin adıdır. Hattâ, günah ve sevapları eşit olduğundan cennet ya da cehenneme giremeyenlerin bekletildikleri yer olarak da tasvir edilmektedir. Yani A’raf varsa, ortada bir de genel kabul var demektir; “bir taraf Cennet, bir taraf Cehennem...”
Belki de uzun yıllardır buluşturamadığımız bu tarafgir bakış açısının keskinliğini kırmak için, “Dünya Prömiyeri” yapılan (ve bestesi Doç. Dr. Onur Nurcan’a ait olan) A’raf adlı eser hakkında, algıyı teskin eden zarif bir açıklama kaleme alınmış:
“Geleneksel Türk Müziği ve Batı Müziği çalgıları için bestelenen bu eserin yazılış sürecinde... / ...Besteci, iki farklı müzik türüne ait estetik anlayıştan herhangi birisini ön plana çıkarıp diğerini geri planda tutmaktan özenle kaçınmış, tabiri caizse, kendisini Türk Müziği ile Batı Müziği arasında bulunan bir bölgede konumlandırarak her iki tarafa olan mesafesini eş tutmaya özen göstermiştir... / ...Araf, kimi deneysel unsurlar içermekte ancak bu deneysellik uç noktaları zorlamayan belirli bir sınırlılık içerisinde gerçekleşmektedir. Makamlar arası ani geçişler, dizilerin daha küçük parçalara bölünüp soyutlanması ve modern çalış teknikleri gibi farklı öğeler eseri oluşturan yapıtaşları arasında yer almaktadır...”
Bırakın projenin “sahne arkası”ndaki emeği, gece boyunca, sahnenin üzeri bile o kadar kalabalıktı ki, burada sanatçıları tek tek telaffuz etmem mümkün görünmüyor. Notlarımı, çok kısa satırbaşları halinde paylaşacağım. İlk eser olan “Küçük Sultan”, güfte sahibi Orhan Seyfi Orhon’un, “bizde ne büyük hatırı varmış...” diye anımsanacak; “Siyah servi divan durur başucunda bütün gece / Gün doğunca gelir vurur kapısını birkaç serçe...” Dokusunda barındırdığı söylenen “makamsal öğeler”i, muhtemelen ben yakalayamamış olmalıyım. “Tern Trio”, dinleyiciyi en çok 7/8’lik halleriyle kucakladı, ama dingin bir yorumdu... “Ege Türküsü / Çökertme”nin takdiminde, “besteci” notu bulunması gözden kaçmış sanırım, anonim bir türkü, olsa olsa yeniden düzenlenmiş ya da uyarlanmış olabilir... “Kârçe-i Saz”dan, demek ki, ben çok daha fazlasını bekliyormuşum. Baskın bir Ferahfezâ tadı kaldı kulağımda, tekrar tekrar dinlemek lâzım hakkını vermek için... Fasıl geleneğinden esinlenilen “Takım” içindeki, Doç. Dr. Bahadır Tutu’ya ait “Karşıyaka’da Akşam Sefâsı – Nihavend Peşrev”, hem makamın seyir özelliklerini hissettiren hem de kalple icra edilen bir saz eseri olarak iz bıraktı. Tolga Meriç’in telâşsız yorumuna da özel bir alkış göndermeli... İkinci bölüm, “Hasrete Dair” ile başladı. Ney’den yükselen Sabâ, Eric Satie’nin Gnossienne No: 1’inden esintiler ile sarmalanmıştı. Sonlara doğru, Festival için, Doç. Ebru Güner Canbey tarafından özel olarak bestelenen “İzmir”in de dünya prömiyeri yapıldı. Nihayet, yukarıda değindiğimiz “A’raf” ve “Kalenin Bedenleri” ile gelen BİS’siz final...
Tekrar başa dönersek... Dante, “İlahî Komedya”da, ölüm sonrası, sırasıyla Cehennem, A’raf ve Cennette geçen seyahati, hikâyenin kahramanı da olan kendisinin ağzından anlatır. Eserin adındaki “komedya” kelimesi, öyküsünün güldürü unsurları taşıdığı şeklinde anlaşılmamalıdır. Orta Çağ’da “komedya”, “tragedya’nın” aksine “sonu iyi biten hikâye” anlamına gelirdi.
“Deneysel müzik ve melezlemeler” dünyanın her yerinde revaçta. Kaldı ki, biz elimizdeki malzemeyi bugüne kadar çok da verimli kullanamadık. Festival’in, bu anlamda yeni ufuklar için bir fırsat yarattığını ve projenin, “sonu iyi biten bir hikâye” olarak anımsanması gerektiğini söylemeden geçemeyeceğim... Ama bu yola devam edilecekse, (ki edilmeli) “Bir Sahne”de buluşan müziklerin, farklı kumaşları temsil ettiği asla unutulmamalı. Sonra haksız yere, Muallim Naci’nin meşhur hicvine malzeme çıkıverir:
“...Toplanıp ehl-i hevâ her biri bir saz çalar / Çelebi, böyle olur bizde de konser dediğin...”
2 Haziran Perşembe akşamı “Sahnede İsyan” var; özel bir (hattâ 2) piyano gecesi...
Paylaş