Paylaş
“CUMHUR”un “baş”ı, halk tarafından seçildi diye, artık “Yeni Türkiye”de yaşadığımız manşetleri atılıyor.
“Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nûr yağardı” gibi bir şey yani; tuhaf...
“Bir zamanlar maziye bak ne kadar şendik / ikimizin mesut olmak emeli vardı” diye Hüzzam terennüm edip, “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik / Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” diye şiir söylerken hem de...
Ben, kelimelere meraklıyımdır.
Öyle kolay kolay bırakmam yakalarını, öyle kolay vazgeçmem.
“Nev” (yeni) ve “Ser” (baş) sözcükleriyle de hemen vedalaşamıyorum.
Hepsini kullanmazdık elbet, ama “sözlükte yaşıyor” olmaları bile çok işimizi görürdü.
“Nevedâ” derdik meselâ, müptelâ olurdu bestekâr...
“Nevbahar” derdik, sözcüğün içinde bülbüller öterdi.
“Nevcivan” denirdi, memlekette “delikanlı”lık varken.
“Nevdevlet” denirdi, “yeni-sonradan görmüş, büyüklüğü hazmedememiş” olanlara.
Bir de, “nevzuhûr” vardı, “yeni yetme” karşılığı; uzatmayalım...
Diğer taraftan...
“Sermuharrir” idi, “Başyazar” oldu suyu çıktı. (Üstelik dayandıramıyoruz.)
“Serahenk” idi, “Maestro” dediler, festivaller iptal edilir oldu.
“Serâzâd” idi, “Hür” dediler ama hürriyetten eser kalmadı.
“Serencâm” idi, “Başımıza gelenlere bak” diyoruz artık.
“Serhadd” idi, şimdi “Sınır” deyince, “Sıfır komşu, sıfır sorun” anlaşıyor.
“Serpuş” idi, hem de Gazi’nin “şems siperli” diye tarif ettiğinden; ne kanunu, ne devrimi kaldı, “başa giyilen şey”in...
“Serhoş” idi, onun bile itibarı kalmadı, gece 22.00’den sonra.
“Sertâbekadem” idi, “Baştan ayağa bozuk” deyip geçiştiriliyor şimdi.
Bir de “Serseri” vardı ki (haksızlık edilmiş bir sözcüktür), “Başıboş, işsiz güçsüz, kayıtsız ve düşüncesiz” anlamında kullanılırdı.
Oysa, kelimenin çok daha fazlası vardı; hep eksik anlatılır, hep eksik anlaşılırdı.
“Ser–ser-i”, “Kendi başına bağlı” (başına buyruk değil) demekti ve bu açılımıyla, ehl-i edep, ehl-i tasavvuf, “insan nesli”ni kastetmezdi.
“Ser” iken iyiydi, “Baş” olunca tadı kaçtı kelimelerin.
“Nev” iken hoştu, “yeni”si o lezzeti vermiyor.
Üstelik, daha düne kadar, “Ecdâd” deyince, bir daha “Ecdâd” çıkardı ağzımızdan; bu “yeni” merakı da nereden çıktı?
Şair, bu vefâsız tasnife, eskiden beri sitem etmektedir oysa.
Bakın ne diyor, “Cenap?”
“Ben yadigâr-ı köhne, sen ümmid-i nevzuhur...”(öyle mi? / yazarın ilâvesi)
Tercih, eskimiş hâtıralar ile “yeni yetme”lerin saçtığı ümit arasına sıkıştı ya, “Saçlarım uzadı, tıraş olmaya bile gidesim yok...”
Paylaş