Paylaş
Değerli bir okuyucu, “Festivaller Kenti İzmir” fikrimizi yadırgayanlara, hoş bir cevap göndermiş; paylaşıyorum… İkinci Dünya Savaşı tırmanırken, İngiliz bürokratlar, bütçede kesinti yapma peşindedir ama bu kesintiyi nereden yapabileceklerini bir türlü bulamazlar. Sonunda kültür-sanat bütçesini kısmaya karar verirler. “Bulduk” diye Churchill'in yanına giderler; "kültür-sanat bütçesini kısacağız…" Yeni Başvekil Churchill, hiç duraklamadan yapıştırır cevabı: "şayet kültür-sanat bütçesini kısacaksak o zaman niçin savaşıyoruz ?" Vazgeçerler…
Kent kimliğini hangi zenginliğiniz üzerine kurmayı tercih ederseniz edin, aslında her şey bir temel gereksinimde düğümlenir; “kentlinin desteği…” Aynı bahse, “okuyucumuz ile paslaşarak” devam edelim… “ -Festivaller Kenti izmir- yazınız daha çok soğumadan bir festival başlıyor; Yirmibirinci İzmir Avrupa Caz Festivali... 03-20 Mart tarihleri arasında başlayacak festivalin havasını, şehirde yaşayan birisi olarak hissedebiliyor musunuz, Nihat Bey ? Sanmıyorum...” Soru soru içinde… Kentlinin, kentin “salonlar burada, ben de bu müzisyenleri getirdim, afişim de bu; haydi gelin !” çağrısına nasıl yanıt verdiği üstünde mutlaka düşünmeliyiz. Sanat etkinliklerini, İzmirli sanatseverlerin "fast food" gibi algıladığı yaklaşımı doğru mudur ve değiştirilebilir mi ? Bu etkinliklerin, açık mekânlarda ve gündüz saatlerinde düzenlenmesi, izleyici sayısını nasıl etkiler ? Vapurlar, İzmir’de özel sahneler olarak değerlendirilebilir mi ? Akademi İKSEV atölyelerde gençlerle ustaları buluşturuyor. Bu proje daha ne kadar büyütülebilir ?
Anayasa Madde 64
“Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi, desteklenmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirler alır…” Gerçekten böyle mi ? “Devlet sanatçıyı kolluyor mu, (yoksa) kovuyor mu?” Yeni bir yasal düzenlemeyle, Devlet Tiyatroları, Opera ve Bale gibi devlet sanat kurumlarını “özgün” (?!) bir yönetsel yapı altında toplamayı düşünen siyasi iktidar, TÜSAK (Türkiye Sanat Kurumu) modelini empoze etmeye çalışıyor. Bu gündemi İzmir, önümüzdeki günlerde, Ege-Koop’un evsahipliğindeki bir panelde enine – boyuna çekiştirecek; ıskalamayalım.
Geçenlerde, aynı konu İstanbul’da konuşuldu. İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültür Politikaları ve Yönetimi Araştırma Merkezi ve British Council, “Sanat Yönetiminde Yeni Arayışlar: Sanat Konseyi Modeli” başlığı altında, konunun taraflarını aynı salona topladı. İşin ironik tarafı, “sanatı destekliyoruz” âvazesiyle, Devlet Tiyatroları (DT) ile Devlet Opera ve Balesi’ni (DOB) lağvetmeyi öngören yasa tasarısı, “İngiliz modeli” ile birlikte tartışıldı. Zannedersiniz, yukarıda andığımız Churchill, Habeşistan Başbakanıydı…
“Devlet artık tiyatro sahnesinden çekiliyor, destek gerekirse biz istediğimiz oyunlara sponsor oluruz” ya da “bale belden aşağı sanat…” cümlelerinde gizlenmiş sıkıntı, yerel seçim öncesinde, günlük siyasetin sığ değirmenlerinde öğütülmesin isterim “Mesele repertuvarı belirleyecek bir yapı kurmak” diyenler de var, “genel ahlâk ilkesi belirsiz bir tehdit” diyenler de… İşi, “TÜSAK bir Truva atıdır” boyutuna taşıyanlar da var, “sadece bir rant sarmalıdır” diye eleştirenler de… “Cumhuriyetin gözbebeği kurumların kapatılması yağmacılık ve yıkıcılıktır” diye haykıranlara da rastlıyoruz, “Cumhuriyetle başlayan kültürel kırılma sonucunda oluşan iki kutbun, temel mücadele alanlarından birinin sanat olduğu” tespitini yapanlara da. Bu son cümle aklımıza, başka bir hazin paradoksu düşürdü. İZDOB’un, "Dünya Prömiyeri"ni, 12 Mart’a ertelediği “Kerbela” balesine uzandım. Bir sanatçı dost, “hale bakın” diyordu geçenlerde; “repertuvarı ne hale getirdiler ?” Ben de kendisine, “Onlar bir şey yapmadı. Kerbela’yi bundan 50 yıl önce sahneleyebilseydiniz, belki de bu günlere hiç gelinmeyecekti” diye cevap verdim. Alman ordularının Guernica kasabasını bombalamasını ve savaşa karşı duyduğu güçlü nefreti anlatan “Guernica” tablosunun önünde, “Bu resmi siz mi yaptınız?” diye soran bir Alman generaline, “Hayır, siz yaptınız” cevabını veren Picasso da bu yazının içinde olmalı diye düşündüm. “Neden savaştığını bilmeyenler”e armağan olsun !”
Paylaş