Paylaş
“...Sonbahar geldiğinde kültür ve sanat yaşamı canlanır. Artık yalnız büyük kentlerde değil, Anadolu’nun birçok kentinde de kültürel etkinlikler, festivaller yapılıyor... / ...Ancak beni tedirgin eden bir yanı var. Belediye başkanları değiştikçe, etkinliklerin niteliği değişiyor. Yalnız sanatsal eğilimler yüzünden değil, siyasal tercihler açısından da bu böyle... /...Türkiye’nin birçok yerinde kültürel etkinlikler için salonlar yapılıyor. Buraların yönetiminde tek bir sakınca var. Siyasal eğilimlerin o merkezlerin programlarında da belirleyici olması. Bu, çok sesliliğin önünde bir engel. Belediye başkanları değiştiğinde her şey sil baştan değerlendiriliyor, geçmiş adeta siliniyor...”
Ardından, “...Peki bunları önlemek için ne yapmalı?” diye sorup, “...Tek çare sivil toplum kuruluşlarını da içine alan vakıfların kurulması. Vakıflar kurulduğunda siyasi otoritelerin müdahalesi büyük ölçüde önlenir. Orada yaşayanlar da vakfa sahip çıkar... / ...Belediyeler, sivil toplum kuruluşlarının yer aldığı vakıflar kurmalı. Böylece siyasal, ideolojik tercihler yüzünden değişim önlenmeli... Tarihi mekânlar, festivallere, etkinliklere tahsis edilmeli. Onun da yönetimi tarafsız bir kurul tarafından üstlenilmeli....” diye cevaplıyor.
Bu isabetli ve haklı “parmak basma” ile neredeyse eşzamanlı olarak, yine HÜRRİYET’in bu haftaki sayfalarında; Aytül Büyüksaraç’ın “İzmir’in 36 senelik hayâl”i dediği, “Opera binasının temeli atma haberi” vardı. “Türkiye’nin opera sanatına özel ilk yapısı”na ilişkin bu haberde, Başkan Aziz Kocaoğlu’nun “Fuar İzmir’i kurduk, buraya da ‘Opera İzmir’ diyoruz! Ardından Kongre İzmir, Tiyatro İzmir gelecek ve bu böyle devam edecek...” sözleri dikkatimi çekti, heyecan verdi, şükran duygularım tazelendi ister istemez...
Bu “ufuk açıcı, iç ferahlatıcı müjdeler kreşendosu” ile “iyi, güzel ve estetik” olanın, hiç fark edilmeyen başka bir yüzü geliverdi; gözümün önüne... “Opera İzmir...”, bir sanat izleyicisi olarak çok içime sindi. Ama “keşke” dedim, “-Adnan Saygun- adı daha önce başka bir komplekse verilmemiş olsaydı da, ‘İlk Türk Operası’nı besteleyen ‘gözde’nin adı, bu görkemli mâbette, yaşasaydı...”
Demek ki, yerel yönetimlerin “kent plânlaması”na ilişkin kaygıları, aslında “isimlendirme”ye kadar uzanan pek ince bir iş! Lâfı nereye getireceğim? Yapımı, “türlü itiş-kakışlar yüzünden” yılan hikâyesine dönen ve bildiğimiz kadarıyla, Büyükşehir’in “irade”yi, artık Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devrettiği, “Bornova Kültür Merkezi” de (?!), “3 vakte kadar” açılacak.
HÜRRİYET arşivindeki haberlerde, söz konusu Kültür Merkezi hizmete girdiğinde, restorasyonu devam eden Peterson Köşkü ile birlikte, (ki, İzmir Devlet Opera ve Balesi Müdürlüğü, İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Müdürlüğü ve İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Müdürlüğü’nün bazı idarî bölümleri de buraya taşınacakmış...) bölgenin tamamen bir kültür adasına dönüşeceği dile getirilmiş.
Bu merkezin adı konusunda, bir çalışma yapılıp yapılmadığını öğrenemedim. Yukarıdaki örneğe dönersek, (Bakanlık ve Belediye tarafından) “önceden ince ince düşünüldüğü”nü hiç sanmıyorum. “Bornova” sözcüğü öne çıkacağa benziyor. Diyorum ki, kentin farklı semtleri “Adnan Saygun, Hikmet Şimşek...” isimleri ile onurlanmışken, Bornova’daki yeni kültür merkezi de İzmir’in yetiştirdiği en büyük Klâsik Türk Müziği bestekârı olan “Rakım Elkutlu”nun adıyla anılsa, fenâ mı olur?
İleride, orada yaşanacak “sanat geceleri”nden bahsedenler, birbirlerine “Nihâvend bir hayranlıkla” dönüp de, “Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam?” diye sorsalar, fenâ mı olur?
Paylaş