Şimdi diyeceksiniz ki, “Hürriyet’in Ege ekinde, İzmir’in orta yerinde, bir köşe yazısının başlığı da böyle olur mu?” Yazının sonuna geldiğinizde, başlığın gelişigüzel atılmadığı fikrinde buluşabilmeyi umuyorum... Öyle ağız alışkanlığı, öyle sıradan bir sosyal hitap ya da akademik unvan filân değil benim için... Kurthan Fişek, hocamdı benim; dersime girdi, öğrencisiydim. Bir bakıma, güncele dil çıkartan bir hesap görmedir “bu günlere denk getirip” aramızdan ayrılışı. “Ruhun yelpazesi” sayılabilir belki ama “e küfretmek de bir yere kadar”. Türkçeyi sövmeye ihtiyaç duymadan da müthiş kullanan Hoca, baktı gidişat vahim; cümle âleme sıfır vermemek için öldü sanki! Bazı isimler vardır ki, üstünden bir hafta geçmeden yazmaz kalem; işte Kurthan Hoca da bunlardan biriydi, bana göre... 12 Mart sonrasının ilk “İnek Bayramı”nı yapıyoruz Mülkiye’de. Etkinlikler arasında bir de satranç turnuvası var. Sanıyorum dördüncü turdu... Listeye baktım, Kurthan Hoca işe eşleşmişiz. Biliyorum, Hoca zaten iyi oynuyor. Yine de arkadaşlara sordum, “Nasıl?” Ağız birliği yapmış gibi cevap verdiler: “Sert oynuyor. Fakat asıl sıkıntı, -kötü niyeti yok ama- zaten cüsseli, bir kere gölgesi yetiyor tahtayı kaplamaya. Bir de fosur fosur, hiç durmadan sigara içiyor. Her nefesten sonra, bütün dumanı farkında olmadan insanın yüzüne üflüyor. Göz gözü görmüyor. -Dumanaltı- olacaksın.” Oynamaya başladık... O yıllarda çok sevilirdi; cebime bir avuç sütlü mis bonbon doldurdum. Hoca bir sigara yakıyor, çekiyor, üflüyor... Ben de cebimden bir şeker çıkartıyorum. Kâğıdını açıyorum, “hışır hışır...” O bir nefes daha alıp üflüyor, ben de dişlerimle kırıyorum şekeri, “katır kutur...” Göz göze bile gelmiyoruz. Hamlesini yapan saate basıyor. Üç beş derken, Hoca cin gibi tabii. Sigarasını bastırdı kül tablasına. “Anladık anladık” dedi. Uzattı elini, “Ver ulan bir şeker de bana! Yoksa gürültüden oynayamayacağız...” Kitabında, semt semt anlatmış Ankara’yı... Turist gezdirir gibi değil ama. Can Dündar’ın dediği gibi, -Hâtıraları “Türkiye Tarihi” olarak okutulabilecek- bir adamın kaleminden kısa ama çarpıcı bir tarif olmuş. “Burası Kuğulu Park” diye döktürdüğü bölümün bir yerinde diyor ki, “Ankara Belediye Başkanı oldu Dalokay... Çevre dostuydu. Kuğulu Park’ı dayadı, döşedi / ...Hesaba katmadığı tek şey vardı: Ankara’nın trafiği... Herkes Çankaya’ya çıkmak istiyordu. Kimse Çankaya’dan inmek istemiyordu...” Bu cümleyi okuyunca, “Güler misin, ağlar mısın?” dedim kendi kendime, “Hiçbir şey değişmemiş, üstelik seçimler de yaklaşıyor.” İzmirlilerin çoğu sevmez Ankara’yı; belki de “iyi anlatan biri”nden dinlemedikleri içindir. “Burası Ankara”, -uzak durdukça bizden uzaklaşan-, “Cumhuriyet Başkenti”ni yakından tanımak için bir fırsat olabilir. Memleketin -dumanaltı- hali hepimizi nefessiz bırakıyor. Acaba cebimizdeki kâğıtlı şekerler işe yarar mı? Şekerleri bir bir açıp, biraz gürültü çıkartsak İzmir’de, “öğretilmeye çalışılan çaresizliğe” çare olur mu acaba? “Oyunu bozabilir miyiz?” dersiniz. Kurthan Hoca’nın hâtırası önünde saygıyla eğiliyorum. Yeri boş kalacak!