Kampçılık üstüne ‘Altın’ hatırlatmalar

TEMMUZ 2018’de, “...Turizm Bakanlığı tarafından 1963 yılında belgelendirilmiş ‘Türkiye’nin 99 numaralı turistik tesisi’, dahası, deniz kıyısında tatil yapılması amacıyla kurulan ilk yirmi tesisten biri ve Türkiye’nin ilk kamping/motel işletmesi olarak bildiğimiz ‘Altın Kamp’tan’ ve bu köşeden seslenirken; (ki, pandemi kampçıları da, karavancıları da henüz gündemde yoktu...) değerli okuyucunun kulağına, kampçılık deneyimimi de fısıldayıvermiştim. 4 yıl sonra o kıdemi düzeltiyorum. Ulaşabildiğim ilk karenin arkasında; ‘Foto Necati Ender - Burhaniye... Telefon: 42’ kaşesi var. Belime geçirdiğim ‘simit’ ile denizde çabalıyorum. Annemin el yazısıyla da ‘12 Temmuz 966... Altın Camp, Nihat Yüzerken... notu düşülmüş... / ... Tahir Hoca’nın, beni kucağına aldığı fotoğraf, bir diğeri...” Yani bu yazıyı yazmaya birazcık hakkı olan 56 yıllık bir kampçının satırlarıdır okuyacaklarınız.

Haberin Devamı



KOVİD’LE ANLAŞILDI
Bütün dünyayı hırpalayan “Kovid haşeresi”nin, göreli kazançlarından biri, her otomobilin bagajına demirbaş olarak yerleşen katlanır 1 masa ve birkaç sandalye alışkanlığıdır sanıyorum. Ve bu alışkanlığın, bazı hallerde farkındalık filizi halinde uç vermesi ise, daha da sevindiricidir. Çünkü bu farkındalık, giderek yeşile, maviye ve doğaya yakın bir dizi başka renge dönüşme eğilimi gösterir... Bu haliyle (kampçılığın hası olan) çadır, uyku tulumu ve “milyarlarca yıldız altında uyuma” geni tetiklenebilir çünkü... Ve bu huzur ve estetik, yeterince demlenebilirse, açıkhavanın tek keyfi olduğu zannedilen “mangal geni” de, belki bir miktar güç kaybeder...

KARAVAN MERAKLILARI
Ülkemiz kampçılığı açısından ikinci önemli sonucu ise, “karavan meraklıları”nın sayısındaki artıştır. Kazançtır; çünkü üreticisinden son kullanıcıya, ithalatçısından kamping işletmelerine (?!) kadar, birbirini besleyen bir zincirin, ilk halkasını oluşturur bu talep... Ama biz son 1-2 yıldır, sadece kayıpları konuşmak zorunda kalan bir ülke haline geldik. Çünkü, her şeye olduğu gibi, bu işe de tersinden yanaştık. Ünlü arama motorlarındaki “satılık karavan ve motorkaravan” sayısı, ben bu yazıyı yazarken toplam 2.556’ya ulaşmıştı... Bu sayıya ithal karavanlar ve ilana düşmeden el değiştirenler dahil değil. Evinin önünde kendi imal ederek kendini bu dalgalar bırakanlar ayrı yazı konusu olur. “Önce bir kiralayıp deneyelim, sonra bakarız”cılar, en makul telden çalanlar. “Hayatımın hayali” diye gün geçirenler ki, sadece maliyet artışlarına odaklanıyorlar. “Ben kampinglere para vermem, istediğim her yerde kamp yaparım” bedavacıları ise, meseleyi hiç anlamamış olan gruptur. Oysa karavancılık, ne yazık ki “karavan sahibi olmak” demek değildir! Bu sadece bir ayrıntıdır.

BEKLEYİP GÖRECEĞİZ
Yani biraz bekleyeceğiz... Kimin karavancı olduğu, kimin olmadığı ‘üç vakte’ belli olacak. Kimin gerçek üretici, kimin gerçek işletmeci olup olmadığı da... Yerel yönetimler de başka bir sınav veriyor. Onların da vizyoner olup olmadıklarını, sadece bekleyerek öğrenebileceğiz. Dünyadaki metropol ve sayfiye beldesi örnekleri, daha önceki yaptıklarına değer katmaya devam ederken, bizim “burnunun ucunu göremeyenler”imiz, kıyı şeritlerine “yassak hemşerim!” tabelası dikmeyi, korumacılık ve hizmet zannediyor. Çözüm; “yasaklamak değil, düzenlemek ve yön vermek”dir. Yani bizim hiç bilmediğimiz ve sevmediğimiz püf noktasında gizlidir; çıkış noktası. “Suyu getirip götürenle testiyi kıranı ayırmayı” denemeyiz bile...
Hemen hergün, bir başka yurt köşesinden, “şurası-burası, kampçılara, karavanlara yasaklandı...” diye haberler geliyor. Son olarak da, başta Çeşme, Alaçatı ve İzmir’in yakın çevresinden gelmeye başladı bu “yasaklama beceriksizlikleri”. Herkesin etrafında dolaştığını, yüksek sesle söyleyip bitirelim: “...Yasalara uygun olarak M1 ruhsat almış, vizesi olan, sigorta ve vergisini ödemiş, (ayrıca, son koşullara göre benzin-mazot parasını denk getirebilmiş bir kahraman kimliğiyle...) her motorkaravan, herhangi bir motorlu aracın trafik kurallarına uygun olarak herhangi bir yere, hiçbir engellemeyle karşılaşmadan park edebilir… Kapısını kapatır ve kendi dünyasını kurar... Bunu kimse engelleyemez! Böyle bir engelleme, anayasal suçtur! Kamu yararı gibi, çok yuvarlak bir genellemenin arkasına saklanıyor olmaları, sonucu değiştirmez. Kuralı koyan, doğru ve yanlışı birbirinden ayırmakla yükümlüdür. Etrafa ses, görüntü, ışık, atık vs. kirliliği ile zarar vereni kulağından tutup, sahanın dışına çıkartırsın, olur biter...
Uzun lafın kısası; yakın gelecekte, farklı beldelerden gelecek itiş-kakış haberlerini duymak istemiyorsak, dünyayı, kimseye zarar vermeden paylaşmayı ve tadını birlikte çıkartmayı öğrenmek zorundayız. “Altın Kamp”tan, (bence) bu altın (?!) hatırlatmalar ile iyi bayramlar diliyorum.

Yazarın Tüm Yazıları