“İzmir Modeli”nin Viyana Halleri ...

Viyana Filarmoni Orkestrası’nın,  “Müziğin insancıl mesajını, dinleyenlerin gündelik hayatına ve bilincine iletmek” şeklinde bir “misyon cümleciği” var...

Haberin Devamı

 

Belki de bu sebeple, 2005 yılında, Dünya Sağlık Örgütü’nün “İyi Niyet Elçisi” seçildi; 150 üyeli orkestra...Dünyanın akustiği en güzel (müze) salonlarından birinde; 1941’den beri devam eden bir ritüeli, yani  “Musikverein”- “Goldener Saal”daki (Altın Salon) “Yeni Yıl Konseri”ni Christian Thielemann yönetti bu yıl.

 

1869’dan kalma ve (üstelik mimarlık ödülü filan da olmayan...) 1744 koltuk kapasiteli salona, 301 dinleyici de ayakta kabul ediliyor. (2008 yılında açılan AASSM’nin büyük salonunda,1130 koltuk bulunduğunu, hatırlatalım...)  Yani Viyanalılar, (araya tabure atmayı aklı edemedikleri gibi / Serdar Şahinkaya Hocamızın tabiriyle...) konserine göre, “aldığı kadar” misafire de açık değil  bu ilkeli salon. Üstelik, bu müzik mâbedinde, AASSM’den farklı olarak, balkonlarda oturanların da hepsi, sahnenin tamamını görebiliyor.

Haberin Devamı

 

2019’un ilk gününde; 90 ülke’de, 40 milyondan fazla kişi, bu konseri izledi ekran başında. Parayla pulla yapılabilecek bir tanıtım değil bu ! Ama “modelden çok ruha inanan” ve “geleneğin, aslında gelecek demek olduğunu bilen kentler”in başında gelen Viyana, her yıl, “üste para alarak” gerçekleştiriyor, bu dünya çapındaki “PR” çıkartmasını. Aklımca küçük mukayeseler yaptım. Keyfim kaçtı elbette !Uzun lâfın kısası,  televizyonumun başında tadını çıkartamadım cânım konserin. Kendimi veremedim; bir türlü konsantre olamadım...  

 

Bir kere, hiç kimsenin elinde “karanıkta, mavi bir alev topu gibi göz yakan” cep telefonu yoktu.  Salonda, konseri kaydeden de yoktu; koltuğundan naklen yayın yapan da... Telefonu çalınca, “şimdi Altın Salon’da Viyana Filarmoni’nin Yılbaşı Konseri’ndeyiz. Ben seni çıkınca ararım...” diyen de olmadı. Bayındır’daki çiçek üreticilerini destekleyen Büyükşehir Belediyesi’nin, neden yılda bir kez olsun AASSM’yi, rengârenk nasiplendiremediğini anlamaya çalışmaktan olsa gerek; meşhur “San Remo çiçekçileri”nin, “sponsor sıfatıyla” bu konser için özel olarak aranje ettiği kocaman çiçek buketleri bile, keyfimi yerine getiremedi.

Haberin Devamı

 

Konsere, geciken ve başladıktan sonra gelen olmadı; hiç erken çıkana da rastlamadık... Hâl böyle olunca tam havaya giremedim. 30 ve 31 Aralıktan sonra, aynı repertuvarı üçüncü kez çalarken bile, “müzik işçisi” olmamıştı Orkestra üyeleri ; “bitse de gitsek” ifadesi yoktu yüzlerinde. Aksine bütün benlikleriyle sahnedeydiler... Bitmedi; naklen yayını gerçekleştiren ekip, (işte bunun mümkün olmadığına inanmak istiyorum ama...) sanki bütün provalara katılmış gibiydiler. Reji masası, resim seçici, kameramanlar, bütün eserleri, partisyon partisyon ezberlemiş gibiydiler. “Yaylılar yükselirken nefeslileri, timpani çalarken kontrabasları, şef kendinden geçerken dinleyicileri” göstermedi kameralar; ne seyrettiğimi anlamadım gitti...  “Viyana’nın halleri”yle, “İzmir Modeli” arasında bocalamaya başladım, ister istemez.

Haberin Devamı

 

Özetle... İzmir için kurgulanmış, “böyle bir model varsa gerçekten” (?!), kentin göç almasını hızlandırabilir tabiî. “İflâh olmaz iyimser dostum” Deniz Sipahi’nin, son yazısında bahsettiği gibi, “İzmir İstanbul’u nasıl geçti ?” filminin sonu, İzmir’in vizyonunu, Türkiye’nin birkaç adım ötesinde sanma noktasına da varabilir hattâ... Bu “evrilme”, kenti daha zengin de edebilir ; ama kenti ve kentliyi inceltmez ! Viyanalılar, yukarıda anlattıklarımı, daha zengin oldukları için değil, daha incelmiş oldukları için yapabiliyorlar... Şimdi diyecekler ki, “yakındığın şeyler, her yerde oluyor. Sadece İzmir’e özgü değil ki...” Efendim, biz de, “İzmir’de olmamalı”nın derdindeyiz zaten ! Israr edecekler için, tekrar açıklayayım. Yazının ana fikri şudur:

Haberin Devamı

 

“-İzmir Modeli- diye bir şey varsa ve katma değeri, ‘İzmir’i İzmir yapacak ayrıcalığın, ‘paranın satın alamayacağı şeyler olduğu farkındalığı’na dokunmak ve bunu, ‘kentlinin gündelik hayatına ve bilincine iletmek’ten başka bir şeyse; Dahası, ‘mutluluk ve huzuru satın alabileceğini zanneden zengin bir İzmir’ sıradanlığı, ‘İzmirliyi aydınlık yarınlar için, -ince, duyarlı, farkında ve donanımlı- bir kimliğe yükseltmek fikri’ne tercih edilmişse eğer, (ki öyle görünüyor...), rahmetli Anneannem’in deyişiyle; “ört üstümü öleyim...”

Yazarın Tüm Yazıları