İzmir’in kimliğini ararken

Haberin Devamı

İZMİR’in kent kimliği üstüne yapılan spekülasyonlar sürerken, arka planda, konuşulanlara hiç aldırmadan sessiz sedasız yürüyen büyük işler var.
Bu hafta Kuşadası’nda 35 ülkeden 360 katılımcı toplandı.
Kuruluşu 1970’li yıllara dayanan “Gıda Teknolojisi Derneği”nin ev sahipliğinde buluşan ve “Sırbistan’dan Kanada’ya, Kuveyt’ten Brezilya’ya, İran’dan Çin’e, İsviçre’den ABD’ye kadar” oldukça geniş bir coğrafyadan gelen bilim insanları 366 bildiri sundular.
Derneğin 11 ulusal kongreyle taçlandırılmış, “bilim insanlarına ve kamuya, bilgi alışverişi amacıyla açık yayın politikası izlemek” yönündeki duruşu, bu yıl düzenledikleri 2. uluslararası kongre ile artık başka bir lige terfi etmiş görünüyor.
Buna rağmen, toplam 336 bildirinin sunulduğu-paylaşıldığı, “Uluslararası Gıda Teknolojileri Kongresi”, 3. sınıf bir TV starının “gıda zehirlenmesi haberi” kadar yer bulamadı kendisine medyada.
İster istemez, Hürriyet EGE’deki köşe komşum, sevgili İsmail Uğural’ın yıllardır atmakta olduğu, “İzmir tarımsal sanayinin merkezi olmaya çok yakışır” çığlığı yankılandı kulaklarımda.
En son eylül ayında dayanamadı da, (özetle) şöyle yazdı artık:
“Efendim, bir bilgisayar çipi veriyorsunuz, bilmem kaç kamyon buğday veya şu kadar ton süt alıyorsunuz. Öyleyse tarımla uğraşacak vaktimiz yok! İleri teknolojilere yatırım yapalım. Yapmayın diyen var mı? Niye sapla samanı birbirine karıştırıyorsunuz?”
Kongre ve Derneğin Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. A. Kadir Halkman da bu yıl üzerinde çalışılan temayı, web sitelerinde; “...yerel araştırma ve deneyimlerin ve küresel yaklaşımların ışığında, gıda bilimi ve teknolojilerinin, zorlukların aşılmasındaki çözümlere katkısını tartışmak...” şeklinde özetlenebilecek bir cümleyle açıklıyor.
Yukarıdaki paragrafları okuyunca, hemen insanın aklına, şapkadan tavşan çıkartmak kadar iddialı olmasa da, “ruh ikizi söylemi”ne yakın sentezler yapmak geliyor.
İzmir, “gıda teknolojileri alanında, bir AR-GE merkezi olmaya” ne kadar yakın ya da ne kadar mesafeli duruyor acaba?
Ben bu soruya yanıt ararken, açılışa, geleneksel bir misafirperverlik tadında özenlere yerleştirilmiş “hoşgeldiniz esintisi”, Halûk Derinöz’ün kanunu ve Yıldan Dirik’in udundaki sitemle yaladı geçti yüzümüzü.
Ben üstüme alınmadım!
Ama sanki İzmir, İzmir’e yön verenlere şöyle sesleniyordu kürdîlihicazkâr şarkıda:
“Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın.
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı,
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın...”

Yazarın Tüm Yazıları