Paylaş
Sahneye davet edildiğinde, İzmir Devlet Klâsik Türk Müziği Korusu sazları, Vasilâki’nin kürdîlihicazkâr peşrevini yelpazeliyordu. Konsere, “Erhan Parlat sordu az önce içeride, -bu kaçıncı kulis- diye; bilemedim. Canım, hesap edin işte 1968’den bugüne…” diye başladı. Meğer, bu sözlü medhal, “Saymadım kaç yıl oldu sen ellerin olalı” diyebilmek içinmiş… İzmir’de, “şarkılardan fal tutulmuş” bir geceydi, çarşamba gecesi. “Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var inan...” ısrarıyla devam etti sanatçı. Külliyatta, köşesine, 1963 notu düşülmüş o sitem, “Ne o bensiz edebilir, ne temelli gidebilir / Ben de öyle bunu bilir / Sade gözden ırağız biz, alev alev çerağız biz / Ayrılsak da beraberiz…” söylenirken, salonu dolduranların yarısı, çoktan şarkılara iştirak etmeye başlamıştı bile…
1966’dan kalma bir gözdağı ile Muhayyerkürdî’ye geçildi; “Kapın her çalındıkça o mudur diyeceksin / Beni kaybettin artık, sen çok bekleyeceksin”. Bu makamın kapısı açılmışken, içeride bekleyen şâheseri görmezden gelmek mümkün değildi elbette. “İşin hayret veren yanı” dedi Usta, “1956’da bestelenmiş bir şarkının, bugün de aynı zevki vermesi… Bir başka sihir var çünkü… Nevadirden oldu bu repertuvar...” “Birlikte okuyalım” davetini kim geri çevirebilirdi ki ? “Hani o bırakıp giderken seni / Bu öksüz tavrını takmayacaktın ?” diye, hep bir ağızdan sorduk. Oysa asıl mesele, meyanı, yanmadan, kavrulmadan atlabilmekteydi; “Bir alev halinde düştün elime…”
1972’ye, “Rüya Albümü”ne uzandık; “Ben her eylül o parkta o çamların altında, ne hayaller kurarım ? / Nar tanem, bir tanem…” diye seslendik. Sıra, “Kader bu, söyleyin ne gelir elden ? / Düşenin dostu olmazmış ezelden…” şarkısının, ilk paylaşıldığı geceye ve anılara gelmişti tekrar: “Tepecikteki evde oturuyorlardı, hava çok soğuktu. Rast şarkı’yı, aslında Behiye hanıma vermek için almıştım. Ama dayanamayıp ben okudum”.
Hüzzam, “Olanlar oldu geçti artık sen ne dersen de / Benim kadar suçlusun, suçlusun bunda sen de...” ithamıyla başladı. “Âşık ve maşûk birleşince neler olmaz ? Ben bu şarkıyı, ilâhi olarak da okuyorum” deyince, meraklandık. Haklıydı ! Çünkü, “İçimde kim vardır bir bilebilsen / Sen seni (kendini) bulursun kalbime girsen” diye açıkça tarif veriyordu bu beste. “Madem küstün dargındın, neden geldin ağladın ?” diyerek, Hüzzama mendil salladık rıhtımdan… Yetmedi, bir 1963 bestesinde, “Yitirmişim Ben Gülümü / Uçurmuşum bülbülümü” diye mahzunlaşıp, “Derbederim… Beni bu hâllere koyan / Benden beter olsun derim” diye beddua bile ettik…
Hicazlara, Ercüment Gümüşel’in yaylı tanburla yaptığı buğulu taksim kavuşturdu bizi… “Yalan değil pek kolay olmayacak”tı unutmak. Zaten, “bülbülün çilesi” yanmaktı güle. Ardından herkes, “O ağacın altı”nı andıysa da, yandıysa da ben, 1964’ün heyecanıyla, “Çatılmış kaşlarınla, kime düşman gibisin ?” diye soran estetik seviyeyi daha çok sahiplendiğimi saklayamadım. “Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde / Eller gibi davranıp, görmemezlikten gelme” diyen endişeyi de aynı hislerle sevdim ve sarmaladım çünkü.
Konserin sonunda, (bu şarkıyı da okuması için)“Vücud iklîminin sultanı sensin…” diye ısrarla seslendiler arkalardan. “Olmaaaz” dedi Ahmet Özhan; “Gecemizin sultanı Yusuf Nalkesen…” Rahmetli bestekârın hayatından kareler sunan slayt gösterisi, hemen tümüyle radyo ve gazino günlerinin renklerini taşıyordu. Yarım asrı devirmiş şarkılar, “yenilerde ne var ?” diye soruyordu. “Bana sensiz her şey el / Vuslata olma engel” diyerek Nihavend’e ulaştık. “İnan ki kimse bana senin gibi bakmadı…” diyen bir feryat ile karşılandık. Sanatın, Rabbanî bir lütûf olduğundan söz etti sanatçı. “Hâtta, -tespit eden diye yazar / bestekâr diye yazmazdı- eskiler” diye tarif etti murâdını. Sahnesi her zamanki gibi çok kuvvetliydi; olgun ve parlak sesli tenorun. Benim de hatırıma, nefesin bu raddesine, “hem tarzı hem de tavrı var” dendiği geldi. En sona, gönül kırıklıklarını, hoşca tamir edecek bir şarkı kaldı. Sanatseverler, Özel Ege Lisesi - ERASLAN Kültür Merkezi’nden şükranla ayrılırken, herkes o şarkıyı mırıldanıyordu; “Maksadım birazcık yine naz yapmaktı…”
Paylaş