Paylaş
Birincisi, İlber Hoca’nın “etrafındaki şarlatanları ürküten bir tarihçiydi” ikazı dikkate alınır gibi olmuş. Bu sayfada daha az kişiyi tedirgin etmiştir.
İkincisi ise, “...Beni hayata bağlayan, kötülükleri, hastalıkları unutturan bir şey var, klâsik müzik... / Çalışırken muhakkak Haydn, Mozart dinlerim. Beethoven hakikaten yaratıcıdır, ama çalışırken gürültülü gelir bana...” diyen “Kutbun”, olur da (garp müziğine ilişkin) vasiyetini okumak isteyen çıkarsa, onlara da “arşivlik” bir işaret fişeği patlatmış, “sanat sayfası”.
Demem o ki, Osmanlı Beyliği’nin kuruluşunu, “Bizans kayıtlarında ilk defa o zaman geçiyor Osmanlı. İlk defa o zaman Bizans ordusu denize dökülmüştür. Devletin kuruluşu budur...” diyerek, 1302’deki Bafeus (Koyunhisar) Zaferi’ne tarihlediğinde ona yan bakanlara inat, bir senfoni bestelenmeli veya bir piyano konçertosu… Nevzat Atlığ’ın yorumunu da beğenirmiş “Usta”. Atalarından Kırım Hanı Gazi Giray’ın “Mahûr Peşrev”ine, Ferid Alnar tarzı hoş bir nazire-yanıt yakışır belki de; ne bileyim ?
“72 kitabı olan (üstelik bunların çoğunu 80 yaşından sonra yazmış) bir “Âbide”nin, anısı için böyle bir şey yapılmasına ne hâcet var ?” denilebilir. Bunu daha çok bir saygı duruşu olarak öneriyorum. “…Bir keşiş gibi çalıştım / …Dünya beni okuyor. Dağa çıkmak gibi; zirveye ulaştım, şimdi zirveden bağırıyorum, herkes beni dinliyor…” söyleminde, bu haklı özgüven açıkça görülüyor zaten. Ben sadece, (dünyada bile) “meraklısına özel bir disiplin olan tarih”in sınırlı rüzgârını, müzik gibi popüler-evrensel bir alana taşıyarak kitlelere sunmaktan söz ediyorum.
“…Bütün Osmanlı çalışmalarımı beş cilt halinde neşretmekteyim. Bu kitaplarla Hammer’i falan çöpe atmaya hakkımız var...” cümlesinin sahibi İnalcık’ın arkasından yazı yazarken bile, eli ayağına dolaşıyor insanın. Çünkü, “bir asır biriktirdiği enerjisiyle”, son verdiği mülakatların birinde, “…nedense yenilikler benimsenmiyor. Yeni olanı anlamaya çalışmak enerji istiyor, o enerjiyi vermek istemedikleri için evvelce ne yazılmışsa onu devam ettiriyorlar…” diye söylenen, “…kullandığımız belgeler de önyargılıdır / (tarihçinin) daima elindeki belgeyi sıkı bir tenkitten geçirmesi lâzım…” diyen ve “sözde tarihçilik”ten yorgun düştüğünü saklamayan “Şeyh-ül müverrihin” için, haddini bilerek yazmak o kadar zor ki…
Meselâ, “günlük siyasetin üzerindeyim, bilim adayım” dese de, satır aralarından çıkarımlar yapmak, anlayana bedava. Sadece, “…Esas mesele fikir zenginliğidir. O yüzden ne olursa olsun fikir hürriyetini muhafaza etmek gerekiyor / …1432 tarihli, Arnavutluk nüfusunu anlatan bir defter bulmuştum arşivlerde. 1950’lerde onu neşrettim. Bu Balkanlarda büyük akis yaptı. Osmanlı’nın kılıçla değil, uzlaşmayla geldiğini orada gördüler…” öğüdünden payımıza neler düştüğünü sorgulamak, yeter de artar bile.
DTCF’ye yatılı olarak giren ilk kırk kişi içinde… Millî Eğitim Yayınlar Müdürü, Faik Reşit Unat, imtihan heyetinde. Sonradan gelip fısıldıyor; “sen birinciydin…” 2005’te yayınlanmış “Nehir Söyleşi”nin bir yerinde, gençlere, “…mânâlı bir hayat için kendinize uzak, büyük bir gaye koyun. Sonra da onu gerçekleştirmek için çok çalışın” diye seslenmiş. Geçen sene ise, “1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Pesimistlik korkaklıktır…” dediğini biliyoruz.
Gazetelerin Ekonomi-Magazin sayfalarında, hemen her gün, bir “dünya markası”nı tanıtıyorlar. Başına “dünya” getirip, alfabedeki harflerden türetilen, onlarca “üfürükten unvan” da diğer sayfalara serpiştiriliyor. Salı günkü HÜRRİYET’in 6. sayfasındaydı, sürmanşet verilen vefat haberinin devamı; “Hürriyet Sanat” sayfasında yani… Bu seçimin tadını çıkartın lütfen ! Bir “tarih sanatçısı”ydı İnalcık. Hem notist, hem yorumcuydu… Kitaplarını henüz okuyamamış olanlar, tarihte, “yazılan notayla çalınan nota” arasındaki farkla, henüz tanışmamış olanlardır…
Paylaş