Paylaş
Acayip şarkılar çıkar ortaya... Sinemada devrim olur... Yılmaz Güney’ler falan çıkar ortaya... Roman alır başını gider... Oğuz Atay’lar, Tanpınar’lar falan çıkar ortaya... Şarkılar uçar... ‘Acılara Tutunmak’ falan tarzı şarkılar çıkar ortaya. Tiyatro canlanır... ‘Ankara Sanat Tiyatrosu’ falan her oyunuyla olay olup çıkar ortaya... Hiçbirinin, ama hiçbirinin olmaması... Neye delâlettir ? Sadece soruyorum...”
Oysa bu sorunun yanıtını, “23 Temmuz 2012 tarihli” yazısında, kendisi veriyordu: “…’Hep Necip Fazıl okudular, Yahya Kemal okumadılar’. Necip Fazıl okudukça da... Tumturaklı laflar etmeye bayılır oldular. Sakarya Türküsü’nü ezberlediler. Sert oldular, sekter oldular. İnce şeylerle ilgilenmediler… Gündelik politikalara fazla angaje oldular. Kültür adamı olmak yerine aksiyon adamı oldular. Keşke biraz da Yahya Kemal okusalardı. Hiç değilse... Özlem duydukları, özendikleri, nostaljiyle andıkları medeniyetin inşasındaki inceliklerden, ruhtan, özden de haberdar olurlardı… / …Necip Fazıl daha çok geçmişin siyasal ihtişamına meyletmişti. Yeniden fetih arzuları, yeniden üç kıtada at koşturma hayalleri, yeniden Batı’ya boyun eğdirme hırsları, yeniden hükmetme rüyaları falan... /…Yahya Kemal ise geçmişin zarafetinin peşindeydi. Geçmişteki ihtişamın sükûnet ve incelikten kaynaklandığını, sükûnet ve inceliğin bir tarafa bırakılması durumunda ihtişamın da söz konusu olamayacağını düşünüyordu…”
Bu “unutulmuş yanıtı” yeniden gündeme taşıyarak; ben de sadece, “neye delâlettir ?” kısmını, “cevaplayacağım”. Kanaatimce, artık, (evet artık) “hiçbirinin ama hiçbirinin olmaması”, ancak, tam adı Ebû Ali el-Hüseyin ibni Abdullah “İbn-i Sinâ” el-Belhî olan, (ve Batı’da Avicenna adıyla tanınan), ”El-Kanun fit-Tıb” adlı eseri ile Avrupa üniversitelerinde 17. yüzyılın ortalarına kadar temel eser sayılan büyük İslam âlimi, yazar, filozof, bilim adamı “Bilge”nin, daha 900’lü yılların sonlarında söyledikleriyle (rahatlıkla) açıklanabilir. Şöyle diyor, “İbn-i Sinâ” ; “…Avam, gördüğüne duyduğuna, havas her şeye inanır. HassüI havas ise inandıklarını yaşar. ‘Bilim ve sanat, takdir edilmediği yerden göç eder’. Hayatın genişliği, uzunluğundan daha önemlidir…”
Yani bu suskunluk, “sıkı bir fikrî kaçış”a, güçlü bir “sırlanma” tercihine ve hattâ “potansiyel bir nüfus hareketi”ne delâlettir ! Yani, bu yaşadığımız, “gördüğü, duyduğu herşeye inananlar ülkesi”nde, inandıklarını yaşayan aydınlık insanlar, “tepki vermeyi -değmez- buluyorlar” demektir artık. “Her soru bir cevaba lâyık değildir…” fazına geçiyorlar yavaş yavaş. Ve “İncelen”i bu kadar iteleyen, kakalayan ve horlayan bir toplumda, (madem ki ince şeylerle ilgilenenlere, artık toplum itibar etmiyor…), “biz de bir müddet susarız” diyorlar besbelli…
Gelelim sonuca… “İzmir durmadan göç alıyor” denmekte ya; merak etmeyin, yerleşmeye karar verenlerin hepsi, “inşaat sektörünü ayakta tutmak için” gelmeyecek elbette. Yakında, “Nazi Almanyası’ndan kaçanlar gibiler” de gelmeye başlayacak. O zaman şenlenir ortalık.
Yeter ki İzmir, bunları bağrına basabilsin… Bu noktada kuşkularım artmaya başlıyor işte. Çünkü heyecanımızı, bir tek İzmirlilere anlatamadık… Hâlâ boş boş seslenip duruyoruz köşemizden: “Bu kent Festivaller Kenti olmalı” diye… Yetmez; “İtiraz kültürünün başkenti olmalı” (hakkını da verir evvel Allah…) diye. “Sanat, er geç hakkınızdan gelecek” diye…
“Hiçbirinin, ama hiçbirinin olmaması”, Dervişin, Mürşidine sorduğu soruyu “şerh” eden, ünlü “kıssa”da saklı “sükût”a da delâlettir aslında… Hani, “3 kişiye sırayla tokat vuran ‘nevniyâz’a, ‘…Evladım ilk tokat attığın adam avamdır. ‘Döveni döver, sövene söver’. İkinci tokat attığın kişi ise havas ehlidir; ‘Allah’ der, tokadın Allah’ tan geldiğine iman eder, razı olur, fakat kimin elinden olduğunu da merak eder. Üçüncü tokat attığın kişi ise hassül havastır. O bütün benliğini Allah’a çevirmiştir. Ne gelirse gelsin asla yüzünü O’ndan çevirmez…” cevabı verilmiştir ya; bugün susanlar, sadece bekliyorlar bence. Çünkü tarih biliyorlar… Hattâ, “hiçbir tayyarenin havada kalmayacağı”nı da biliyorlar… Yani , “hepsi olur, hepsi olur bir gün” ve “İzmir’in dağlarına çiçekler açar…”
Paylaş