Paylaş
“Yarım yüzyıllık iletişim deneyimimde öğrendiğim şeylerden biri şu:
-Konuşma dediğin dinleyeni, yazı dediğin okuyanı şaşırtmalı-“ demiş bir “Usta”dan bahsederken,
“kimi şaşırtacak, ne yazabilirim ki ?” diye düşündüm.
Aynı yazıda, “hakkında yazılmamış bir şey, söylenmemiş bir söz kalmış mıdır acaba ?”
diye tedirgin olduğumu da saklayamamışım okuyucudan…
Dahası, bu yazı, “söyleten” için kaleme alınmış olmasına rağmen;
“söyleyenler”in adını anmadan edemeyeceğimiz “söyleyişler” i ıskalamaya,
“cesaret edebilecek miyim ?” yollu ikilemler de yaşamışım.
"Şadan Gökovalı’ya arkadaşım, oğlum desem azdır.
Çünkü mevcut insanlar arasında beni temadi ettirecek
– daha doğrusu temadi ettirmeye en müsait– insan odur.
Ölsem, ölüm bana galebe çalmamış olacak.
Çünkü Şadan var…” diyen, “Halikarnas Balıkçısı”ydı.
“Her birini canımdan çok sevdiğim Türk gençleri içinde,
şu üçünü kendime evlat seçtim:
Cengiz Bektaş, Şadan Gökovalı, Ayça Abakan” diyen ise, “Azra Erhat...”
“Gün gelecek, biz Şadan Gökovalı’nın rehberlik ettiği tura katıldık diye övüneceğiz” cümlesi;
onunla Anadolu’yu gezenlere, “Halikarnas Balıkçısı’na, ölümünden sonra her yıl bir kitap yazdıran kişidir Şadan Hoca…” betimlemesi ise öğrencisi “Nedim Atilla”ya aitti.
Konak Belediyesi’nin, 87. Türk Dil Bayramı’nı,
Dil Derneği İzmir Şubesi’yle birlikte 16. kez düzenlediği İzmir Türkçe Günleri’yle kutladığı
ve “Türkçeye Emek Ödülü”nün, tiyatronun usta kalemi Dr. Hidayet Sayın
ile kültür turizminin öncülerinden, şair, yazar Prof. Dr. Şadan Gökovalı’ya
verildiğini haberini okuduğumda, elim ister istemez (yine),
Gökovalı’nın, “ilk göz ağrım” dediği ve masamın üstünde duran bir kitaba uzandı.
İç kapağında, “Karınca Matbaası, İzmir - Mayıs 1968” yazıyordu.
Bir sahaftan aldığım ve yarım yüzyılı devirmiş olan;
“Yedi Bilge, Harika, Kilise, Uyuyanlar” adlı bu kitaba yazdığı sunuşta, okuyucuya bakın nasıl sesleniyordu “Balıkçı”: “Şadan Gökovalı’nın Yediler’e değin kaleme aldığı bu yazı, yukarıda sözünü ettiğimiz uygarlık tarihinde Anadolu’nun büyük payına işaret ettikten başka; turizmde hep üstün bir uygarlık iddiasıyla Anadolu’ya rakip olarak şımartılanlara, bilgiye dayanan bir cevaptır. Şadan Gökovalı gibi, araştırma, inceleme özlemi olanlara, kütüphanelerimizde başka başka ulusların yapıtları yoktur… / …merakları olanlar onları inceleyebilsinler ve yanlış bilgileri tashih edebilsinler. Bu mehaz (kaynak) yokluğunda Şadan Gökovalı’nın yazıları, zifirî karanlığı mum ışığıyla aydınlatmaya benzese bile –ki öyle değildir- alkışlanacak bir davranıştır…”
“Hakkında yazılmamış bir şey, söylenmemiş bir söz kalmadığı” gibi,
“almadığı ödül de bırakmadı Usta !”
Dolayısıyla, şükran ve tebriki birlikte sunan bu yazı,
hâlâ “yazamadıklarına, söyleyemediklerine, bitiremediklerine dertlenlen” Hocamıza,
“bir saygı duruşu”ndan öteye anlam taşımıyor.
Tasavvuf ağzıyla, “Allah derdini -aşkını- artırsın” diyelim
ve “Fuzulî”nin yakınmasıyla bitirelim:
“...Derdime vâkıf değil cânân beni handân bilir
Hakkı vardır şâd olanlar herkesi şâdân bilir
Söylesem te’siri yok sussam gönül râzı değil
Çektiğim âlâmı bir ben bir de Allah’ım bilir...”
Paylaş