Paylaş
(Ben de 24 yaşındaydım). Sinemada yepyeni kapılar açmış olmakla birlikte, yaşadığı çağa fazla geldiği için hep yalnız kalmış bir adamdı Welles... Dönemin anlayışına göre çok yenilikçiydi ve ne izleyicilere, ne de sinema ustalarına yaranabildi. Buna rağmen, “bütün zamanların en iyi filmi” olarak gösterilen “Yurttaş Kane”in, yapımcısı, senaristi, yönetmeni ve başrol oyuncusu olan bu sevimli dahi, hâlâ sinema ve tiyatro okuyan gençlerin kâbusudur; “Welles bu filmi 25 yaşında çekmiş, siz ne yapıyorsunuz?” sorusu, çoğunu geceleri uykusundan uyandırır. Düzenin adamı olmadı ve genele göre tuhaf kaçtığı için fazla da sevilmedi. Yapımcılar da seyirci de, “şaşıralım mı, izleyelim mi, yoksa nefret mi edelim?” diye sorarken, çevresine hep iki beden büyük geldi. İşte bu adam, hep gelecekte ve aykırı yaşamasına rağmen, tuttu giderayak (çünkü single çıktıktan hemen sonra öldü...) biraz da geçmişe övgü gibi algılanabilecek bir şarkı yazdı. Meraklısı için hâlâ efsane olan satırlarda (I know what it is to be young), bütün zamanların gençlerine şöyle sesleniyordu;
“Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum / Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmiyorsun / Bir gün, sen de aynı şeyleri söylüyor olacaksın / Zaman geçip gidiyor ve bu hikâye anlatılıyor / Birçok soru sordum karşılaştığım akıllı adamlara / Bütün cevapları henüz kimse bulamamış / Hatırlanacak günler olacak / Gözyaşı ve kahkahalarla dolu / Yazdan sonra kış gelir / Yıllar böylece geçer / Öyleyse arkadaşım, gel beraber müzik yapalım… / Sen bana yenisini söylerken ben eskisini çalacağım / Zamanla, senin gençlik günlerin geçerken / Zamanını seninle paylaşanlar olacak”
Anlayacağınız, ellisini geçmiş babaların çok sevdiği bir şarkıdır. Buna rağmen sizden ricam, bu yazıyı, “demode bir adamın, çağdışı beklenti ve zırvaları olarak algılamama” fikrine, küçük bir şans tanımanız. Çünkü bu satırları, bir kitabımın arka kapağına, “...yaşıtlarımca -onlardan daha genç- olduğu söyleniyor. Bakalım babamın yuvarlak gözlüklerine, bu sefer hayatın hangi köşeleri çarpmış?” diye düşen bir yaşıtınızın babası kimliğimle ve bütün samimiyetimle yazıyorum.
İzmir metrosuna yeni eklenen 2 istasyonla, son durak EVKA-3 oldu artık; insanların ayağı yeni alışmakta olduğu için nispeten tenha oluyor. İkinci durak “Ege Üniversitesi...” Burası haliyle daha yoğun ve öğrenciler, onlara yakışan bir enerjiyle doluşuyorlar kapılardan. Eski son durak olan Bornova istasyonunda bekleyenlerin yaş ortalaması ise doğal olarak daha yüksek. Yolcu profili de daha çeşitli ve bekleyenler arasında, -yaşlı teyzeler, beli bükülmüş amcalar, ellerinde çantalar, paketler olan insanlar, hamile hanımlar- gibi “oturarak yolculuk etmek ihtiyacı gençlere göre daha fazla” olanlar çoğunlukta. Demem o ki, “bu istasyona gelindiğinde kapılar, bütün koltuklarında gençlerin oturduğu bir vagon manzarasına açılıyor. Hiç istifini bozmayan sevgili gençleri biraz daha duyarlı olmaya davet etsem, çok şey mi istemiş olurum acaba? Gel beraber Metro’da müzik yapalım” diyorum aslında...
Yer vermemek için haklı gerekçeleriniz olmalı; bunları anlayabiliyorum. Hatta bu yazının gerçek muhatabının sizler değil, anne ve babalarınız olduğunu düşünüyorum; “özür sizinse kabahat onların”dır. Emin olun, nasihat etmek niyetinde filân da değilim. Hepsi, Orson Welles ile başlayıp, Neyzen Tevfik ile bitirebilmek içindi. Usta diyor ki, “Özründen çok büyük kabahat etme...”
Paylaş