Paylaş
Otoparka döndüğümde gün öğleyi geçmişti. Eskiden belâlım olan otomata kolayca ödedim paramı. Arabanın kapısını açtım, direksiyona oturdum, emniyet kemeri ve çevirdim anahtarı... Tık yok! Tam o sırada, önce geçirmekte olduğum “mide gribi”nin gurultusu sandığım bir gök gürültüsü duyuldu ve indirdi yağmur. Bir iki deneme daha, anlaşıldı ki aküde hayat belirtisi yok.
Geçen bir araçtan yardım istesem... Takviye kablosu nerede? Daha çok ihtiyaç duyuluyor düşüncesiyle Vespa’nın sepetinde... Çok güzel. Peki ne yapacağız? Saniyeler içinde, yaşamayı hayal ettiklerim bir film şeridi gibi akıp geçti gözlerimin önünden. Hani TV reklamlarında var ya? “Canından bezmiş bir adam. Dağ başında yol yardımını tuşluyor da, gülümseyen hizmetler, Hezârfen Çelebi gibi kanatlanıp yetişiyor imdadına...” İçimden bir ses, “İzmir’in göbeğinde, üstü kapalı bir yerde kaldı neyse ki; şükret haline. Şimdi seni şıp diye kurtarırlar” diyerek sıkıntımı yelpazeledi biraz. Cama yapıştırılmış “Suzuki Yol Yardım” çıkartmasındaki numarayı aradım hemen. İsmi fiyakalı “Call Center” İzmir’e yönlendirdi beni. Gerçekten de hepsi birbirinden kibar, ama –yol yardımını aramak zorunda kalmış bir müşterinin ruh halinden anlamak üzere eğitilmemiş- oldukları hissedilen 2-3 kişi ile görüştüm. Hepsine büyük bir sabırla, tek tek ve tekrar tekrar, adımı, soyadımı, telefonumu, aracın cinsini, modelini ve yolda kalış nedenimi anlattım. Sonuncu arkadaş, “Tamam” dedi, “Ben size hemen akü fiyatlarını söyleyeyim”. “Ben yeni akü istemiyorum” dedim, “Belki de basit bir elektrik arızasıdır; aracın aküsü eski değil çünkü. Önce arızanın ne olduğuna bakmayacak mısınız?” Beni biraz da “zorunda mıyım?” şarkısı eşliğinde dinleyen arkadaş, “Anlıyorum” dedi, “Ben şimdi size akü fiyatlarını söylüyorum...” Güçlükle ve geçici de olsa, servisi bu niyetinden vazgeçirmeyi başardım. Ama bu sefer de başka bir tekerleme takıldı telefona, “Nihat Bey biliyorsunuz bu servisimiz ücretli...” “Peki, nedir servis ücretiniz?” “Buradan çıkarken 25 lira, kilometre başında da şu... Bu arada buldum akü fiyatlarını...” İçimden “lâhavle” dedikten sonra, son gayretimle sordum: “Peki ne zaman gelebilirsiniz?” “Şimdi Bornova’dan çıksam en geç 1 saata kadar yanınızda olurum. Belki biraz geçebilir ama çok da gecikmem. Yanımda yeni akü getireceğim zaten...” Teşekkür ettim ve önerilerinin benim işime yaramayacağını söyleyerek telefonu kapattım. Konuşmaların, bir kalite standardı olarak kayda alındığı muhakkak da, sonradan bunları dinleyen var mı orasını bilemiyorum.
Gerisi Attila İlhan’ın “Emperyal Oteli” gibi anlatılmalı... “Ben hiç böylesini görmemiştim. Bir dostu telefonla aramıştım. Hemen şoförünü gönderecekti. Civardaki taksici dostların hiçbiri takviye kablosunu vermiyordu. Yağmur sönecekti yanacaktı... Küçük bir Basmane turu yapacaktık. Bir yere yetişmek zorundaydım lâkin kolumdaki saat durmayacaktı. Bu rezil bu pazartesi günü, İzmir’i yağmur tutacaktı. Araba otomatikti itemiyorduk. Takviye ile çalıştıracaktık. Arkadaşı uğurlayıp yola düşecektim. Jimny 10 metre sonra tekrar duracaktı. Alsancak’ta insanlar geziyordu. Hilton’un otoparkında birkaç saat kaldım. Fazlasına zaman yetmiyordu. Neden sonra, akünün susuz kaldığını fark edecektim. Araba yol ortasında değildi. Kenan’la birlikte kenara almıştık. Ama, bilen bilmeyen bizi ayıpladı. Yağmur bir türlü bitmiyordu. Halbuki kimlere başvurmadık. Hiçbiri yüzümüze bakmıyordu. Hiç kimse elimizden tutmuyordu. Akünün suyunu tamamlayınca mesele çözülecekti. Oradan geçen zarif bir bey duracaktı. Takviye ile yeniden çalıştıracaktık. Sadece, -Kenan adında bir güvenlik görevlisi- yardım etmek için kendini paralıyordu. Onun sayesinde randevuma yetişecektim. Ona bir teşekkür borçlu olacaktım. Ben hiç böylesini görmemiştim...”
Paylaş