Paylaş
Kendi deyimiyle, “pancar motor” dediği daktilosunu da görünce, sordum ister istemez; “…’Zifiri karanlıklar... Karanlıkların karanlıklarla çiftleşerek karanlıklar doğurduğu karanlıklar... Karanlıkların ikiz aynasında, karanlıkların birbirini yansıtarak, yoğunlaşa yoğunlaşa sonsuza uzandığı karanlıklar... Ve bir anda bir kibrit ışığı... Sizce bu ışık ne olmalıydı ? Hepimiz zaman zaman düşeriz karanlıklara... Ve bir anda parlayacak bir kibrit ışığı ararız. O ışık ne olmalı ? Yanıtı kolay bulunmaz bu sorunun... Ben de bilmiyorum... Bilsem yazardım...’ diyorsunuz”; “nerede bulacağız bu sorunun gerçek cevabını ?”
Zaten, “…Tiyatro gerçektir; dış hayat yapaydır; hayat ta roldür” diye cevaplıyordu “Çemberler”de bu soruyu. Ve şöyle devam ediyordu: “…Dışarda poz yapan adamların gerçek yüzünü tiyatro verir Bu hayatta rol yapan insanların gerçek yüzünü ancak tiyatroda gösterebilirsin. Türkiye’nin bir cins şizofrenik görüntüsü, asıl bu gerçeğin ortaya çıkmasına gönlü razı olmadığı içindir. Ne olurdu kalemle kâğıtla yürüttüğüm onca serüvenin asıl belkemiği tiyatro olabilseydi ?”
Aynı soruya, 1998’de yerdiği cevap daha dokunaklıydı; “…Hayatın iki tane fenası vardır. Yalnızlık ve parasızlık; hastalık herkes için bir lotaryadır aslında… Parasızlık ve yalnızlık… İnsanlar bu iki beladan korunmak için bin derecelik bir ateşe düşmüş bir plastik madde gibi her kalıba girmek zorunda dahi kalabilirler bazen; anlatabiliyor muyum ?”
“Sorulara ve cevaplara, Sizinle aynı gözlükten bakmamız mümkün mü ? “diye sordum. Aramızdaki yaş farkını, bir başka yazısıyla anında eritiverdi: “Özellikle yazıyla uğraşanlar arasında kuşak farkı yoktur. Çünkü koşullanmayan adamlar yazarlar. Yazarların ikinci bir özelliği de, keşkesi olmaz yazarların. Bazen keşke bunu yazmasaydım diyemezler. Çünkü belgeyle çalışan insanlardır, yaratıcı adamlardır. Ve yazının özelliği zamana ve mesafeye dayanacak bir özen taşımasındadır, kalemle kağıt arasındaki o beyinsel ve gönülsel maceranın yansıması…” Ardından da gülerek ekledi: “…Parantez arası bir şey söyleyeyim. Yazıyla uğraşan insanların mesleki bozulması iki türlü yansır. Ya birisi benim gibi hiç susmadan konuşur, ya da susar hiç konuşmaz…”
“Yazılarınızdan, ‘doktrin cımbızlamak’, herkesin pek hoşuna gidiyor” dedim. “Kurnazlıktan… “ dedi. Oysa ayrıntılı cevabı, 1984’te yazdığı bir başka yazıda, “limonata bardağı”na atıvermişti.
“…Bardak, görkemli ve uzunca bir bardaksa; yarım yerine bir limon sıkar, bir çorba kaşığı toz şekerini de, iki çorba kaşığı yaparsın… Bir limonata, dişleri donduracak kadar mı soğuk olmalıdır ? Hayır, bardağının çevresine hafif bir buğu yalazlanması yapacak kadar soğuk olmalıdır. Ayrıca bardağın içine kalıp buz atılmalı mıdır ? Hayır, gerekiyorsa bir tatlı kaşığı dövülmüş buz atılmalıdır. İyi bir limonata yapmaya bu kadarı yeter mi ? Yetmez. Çentilmiş limon kabuğuyla bir sap taze naneyi de, önce limonatanın içinde kısa bir süre tutup, sonra hepsini süzmek gerekir.
Bunları sen yapabiliyor musun ? Hayır. Neden ? Çünkü bunları bir tek kişi yapamaz. Özenler ve incelikler, ortak bir yaşam kültüründen, kişilerin yaşamına kadar uzanmıyorsa; limonata yapmaya kalktığın zaman, önce evde limon bulamazsın. Limonu almak için dışarı çıktığın zaman da, zaten limonata içme isteğin küllenmiş olur. Dişini sıktın, limonu alıp geldin. Kör bıçak, limonu doğru dürüst kesmez. Buzdolabına su konulması unutulmuştur. Yahut limon sıkacağını komşu almıştır. Zaten nane de yoktur. Çay süzgeci yıkanmamıştır. Görkemli uzun bardak bir gün önce kırılmıştır.
Yaşam sevgisi bir kültürdür. Tıpkı çiçek sevgisi, tıpkı müzik sevgisi, tıpkı yüzme sevgisi gibi… Bu sevgi ya vardır, ya yoktur. Böyle bir sevgi pekişmemişse, orada insanlar, ne yaratıcı bir yaşama, ne sağlıklı bir aşka, ne keyifli bir yücelmeye fazla kulaç atamazlar… Kafası yarım kesik bir horoz gibi, çırpınır, bunalır, önüne geleni suçlar; ne istediğini, ne aradığını, daha doğrusu ne halt edeceğini bir türlü tam kestiremez ve kendilerini de, canım yaşamı da ziyan zebil ede ede, sönüp giderler. Yaşam sevgisi; enerjinin yaşam zevkini kuşaklar boyu ortaklaşa yoğurmasından oluşur. Enerji yoksa orada sadece kurnazlık vardır… Kurnazlık da yaşam sevgisiyle yaşam zevkinin en amansız cellâtıdır…”
Son yazısındaki, “hayal ettiğim ülke bu değildi…” ifadesinden, ben hâlâ bu “limonata tarifi”ndeki yakınmayı anlıyorum. Böyle anlamaya da devam edeceğim.
Paylaş