Paylaş
Projenin tematik mesajını şöyle tanımlamış sanatçılar;
“...Yolculuk, tüm masalların özünde vardır. Hepsinde kahraman yola çıkar. Bu bazen fiziksel bir yolculuktur, bazen daha semboliktir. Kişi kendini bulmak, değişmek ve gelişmek için kendi içinde yolculuğa çıkar ve korkularıyla yüzleşir. Yolcu karşısına çıkan iyi - kötü her şeyi kucaklar. Bu yüzden yolculuk insanın fiziksel, duygusal, düşüncel ve ruhsal yolculuklarının bir bütünü olarak ele alınır...”
Seyircinin sahnede ne bulacağı ise, şöyle vaat edilmiş:
“...Yolculuk, sözler ve ona eşlik eden, bazen kendisi de Doğu - Batı arasındaki yolculukları ‘anlatan’ müzikal bir örgüden oluşuyor. Bu örgü içinde masalın kahramanları hikâyenin duygularını takip eden anlatıcı ve müzisyen tarafından canlandırılıyorlar. Anlatıcı masallar anlatırken, müzisyen de Doğu Akdeniz müziği ve Avrupa cazını sentezliyor ve dinleyicileri de kendi masallarını keşfe davet ediyorlar... Masal ve müziğin evrensel dilini buluşturarak, ağızdan ağıza kulaktan kulağa yayılmasını, günümüz masallarının geleceğe miras kalmasını sağlamaya çalışıyorlar...”
Sahnede ve parmaklarında, kompozisyon altyapısının yanında, samimi bir “oryantal caz ustası” olarak gördüğümüz Elie Maalouf, Lübnan kökenli Fransız bir müzisyen... Güleç yüzlü, sıcacık, kibirsiz ve kendiyle barışık bir resim verdi. Lübnan’dan eğitim için gittiği Paris’e göç etmiş. Müzisyen ve besteci olarak yaklaşık otuz ülke gezip farklı kültürler ve onların müziğiyle tanışma şansı bulmuş. Türk tasavvuf müziğinden etkilendiği (ki doğaçlamalarında bu üslûbu ıskalamadı...) ve geniş bir Türk müziği repertuarına sahip olduğu ayrıntısı, program kitapçığına, “özel bir not” olarak düşülmüş. “Melez daima güzeldir” fikriyle, ağırlıkla kendi bestelerini çalmış da olsa, en çok “Mes’ud Cemil’in Nihavend”inden alkış aldı sanatçı. Tuşlar üstündeki, “Caz”a yatkın, fakat “Hicaz”ı özleyen oryantal yorum, meraklısı için çok kıymetliydi. Yorumladığı bestenin, ritim ve ezgi tasarımı öyle gerektirmiş olmalı ki, “4. Hane”nin tamamını çalmadı. Oysa, tuşlardaki, “Kaba Nim Hicaz Perdesi” ile başlayan geçkiler ve onları izleyen “o zor yolculuk”, sanatçının “şarkî” heyecanına pek yakışırdı diye düşünüyorum.
Maalouf’a “Perküsyon”da eşlik eden Yousef Zayed, “Bestecilik ve Yaratımda Yüksek Lisans” derecesine sahip, ileri müzikal analizler üstüne eğitim almış, Ud ve Doğu Perküsyonu Öğretmenliğine de emek vermiş bir sanatçı. “Masallar Coğrafyası”nın “galip ritmleri”ni döktü ortalığa...
“Masal-Hikâye Anlatıcı” Didem Köktaş ise mübadil bir ailenin çocuğu olarak yaşadığı Ege’de Makedonya ve Girit’ten göç eden ailesinin hikâyeleriyle büyümüş. Bu kariyerine paralel olarak, yurt içi ve dışında, yetişkinler, mülteciler ve göç eden Türk aileleri için atölyeler düzenlerken, Anadolu ve Balkan masalları arketipleri üzerine yüksek lisans araştırmasını da sürdürüyor. “İskelet Kadın, Tuna’ya Yolculuk ve Taş Ustası...” adındaki masalları, onun sesinden dinledik. “Türkçe, sadece doğru kullanıldığında kulağa hoş geliyor...” diye geçti aklımdan. Olan biteni, bir köşe yazısında “hakkıyla” tanıtabilmek zor. Umudum, bu “tadımlık” satırların, değerli okuyucuyu biraz meraklandırabilmesi.
Gece biterken, Mevlevî meşreb bir ses, içimden, “yol mu, yolcu mu kıymetli?” diye sordu. Ve masalların sonunda, “yol’a dair” şöyle bir “kıssa” kanatlandı; “...Senin olanın kıymetini bilmen için, onun bazen bir yolculuğa çıkması gerekir...” diyordu ya anlatıcı. Ben de, kendi adıma, “konserden çıkartılması gereken hisse”yi işte bu son cümlede yakaladım: Demek ki neymiş? “Mes’ud Cemil’in Nihavend Saz Semaiî, Beyrut ve Paris’i dolaşıp İzmir’e gelince, seyirciden daha çok itibar görüyormuş... ‘Bir varmış’a itibar etmeyenler, ‘bir yokmuş’u ayakta alkışlıyormuş...”
Paylaş