Paylaş
“...Yıllarca Tito konuşuldu önce. Sonra savaş oldu, çok ölü. Parçalandı, adı değişti birkaç kere ve bütün dünyada olduğu gibi yeni düzen, bütün eski değerlerin içini boşaltıp ve bir kenara atıp kendi değerlerini yarattı. Yeni değer, adını tam olarak bir türlü söyleyemediğimiz ‘yabancı para’. Avro mu, Yuro mu, Övro mu her neyse tam bilinmeyen. ‘Yabancı Para’, ‘yabancı insanlar’ yarattı - kendine, birbirine, tarihe ‘yabancı insanlar’. Her şey satılabilir artık ve ‘yabancı para’ varsa her şey satın alınabilir...”
Yönetmen Enis Yıldız’ın imzasını taşıyan bu satırları, “İntiharın Genel Provası”nı Eskişehir’de oynayan “Tiyatro Anadolu”nun program kitapçığından aşırdım. Paragrafın alıntılanmış bir de başlığı var: “Bir Zamanlar Yugoslayva Diye Bir Ülke Vardı...” Bu tek cümleye indirgenmiş ağıt, çektiği “Underground” filmi için Emir Kusturica tarafından yakılmış...
Ünlü Sırp oyun yazarı Duşan Kovaçeviç’in yazdığı oyun, ülkemizde ilk kez 2009’da İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahneye konulduğunda ise yönetmen Nurullah Tuncer, “Bu oyun, zamanın kıyısında duran insana dair söylenmiş ne varsa hepsini içeriyor; sevgi, öfke, kin, nefret, hırs...” diye tariflemiş hayli ironik kurguyu.
Beni vuran ilk paragrafı, sondan başa doğru, tekrar tekrar okuyorum; canım acıyor:
“Yabancı Para”, “yabancı insanlar” yarattı.”
“Kendine, birbirine, tarihe yabancı insanlar.”
“Her şey satılabilir artık ve yabancı para varsa, her şey satın alınabilir...”
Bu his ve bu cümleler uzaktı bize; artık değil!
“Bütün dünyada olduğu gibi yeni düzen, bütün eski değerlerin içini boşaltıp ve bir kenara atıp, kendi değerlerini yarattı...”
Bu resim, bu renkler, bu fırça darbeleri, bize ilişemez sanırdık; artık emin değiliz!
Paragrafın en başını “yok saymak istiyor, reddediyor” aklım.
Onun yerine, yazının başında sözünü ettiğimiz 1995 yapımı Underground (Yeraltı) filmine dönüyorum tekrar... 48’inci Cannes Film Festivali’nde aldığı büyük ödülle ortalık birbirine girmişti. Senaryo yine Kovaceviç’e aitti ve filmin müziklerini de Goran Bregoviç bestelemişti.
Bu kadar lâf etmişken, asıl çarpıcı bir sahneyi de hatırlatalım; tam olsun:
“...İvan, yeraltında kaybolmuşken BM aracına Yugoslavya’yı sorar.
BM görevlisi ‘Yugoslavya yok’ cevabını verir.
Yolunu ararken, yeraltında duvarlardan aşağıya akan kanları görünce, Yugoslavya’ya geldiğini anlar. İvan, kendisini kandıran abisi Marko’yu öldürür.
Marko’nun ‘kardeş kardeşi öldürmedikçe savaş asla yoktur’ cümlesinin altı, hâlâ sinema kritiklerinde ‘filmin kırılma noktalarından biri’ diye çizilir...”
Yazının sonunda, gel de Çetin Altan Usta’ya hak verme: “Tiyatro gerçektir; dış hayat yapaydır; hayat ta roldür... Dışarıda poz yapan adamların gerçek yüzünü tiyatro verir. Bu hayatta rol yapan insanların gerçek yüzünü ancak tiyatroda gösterebilirsin. Türkiye’nin bir cins şizofrenik görüntüsü, asıl bu gerçeğin ortaya çıkmasına gönlü razı olmadığı içindir. Ne olurdu kalemle kâğıtla yürüttüğüm onca serüvenin asıl belkemiği tiyatro olabilseydi?”
Demem odur ki, “seçim barajı için poz yapan adamların gerçek yüzünü de tiyatro gösterecek elbet! Elbet bir gün birileri yazacak, yönetecek, oynayacak. Çok geç olmasa bari...”
Paylaş