Paylaş
Sizin, “bu kronolojiye ve öykünün böyle sayılarla anlatılması”na, eklemek istediğiniz bir şey var mı ? /SAYGUN: “…Bir ömür boyu Yunus’u düşündüm. 4,5 ayda besteledim
HÜRRİYET: Efendim, bir sanatçının hayatı boyunca ortaya koyduğu en görkemli esere, “Magnum Opus” denilmesi geleneğinden söz edilir. Lâtince “büyük iş” anlamına gelen bir deyiştir bu... Sizce “Oratoryo”, böyle bir hediyeyi hak etmiyor mu ? /SAYGUN: Bu yeterince büyük bir hediye mi acaba ? Bakın… Konserlerden beş, on gün sonra, bir gün evimin kapısı çalındı. Baktım, bir kaç köylü… İçeri aldım. Büyük bir saygıyla bana bakıyorlardı. “Hoş geldiniz” dedim. İçlerinden yaşlıca olanı söze başladı: “Yunus Emre'yi siz radyoya iki defa verdiniz. Köyde, halk odasında bizim bir radyomuz var. Orada köy halkı, kadın erkek hepimiz dinledik. Ciğerimize işledi. Allah senden razı olsun deyip, elini öpmek için buraya geldik…” diyerek elindeki gazete kâğıdına sarılı paketi bana uzattı. “Bunu da bacın sana hediye gönderdi” dedi. Paketten, bacının benim lçln ördüğü bir çift yün çorap çıktı. Bugüne kadar aldığım hediyelerin en değerlisidir… Hala saklarım. Oratoryo’yu bilemem. Ona zaman karar verecek. Ama çoraplar, şüphesiz “büyük iş”ti !
HÜRRİYET: Madalyonun bir de öbür yüzü var. Sizin “Devlet katı”nda da 1935’ten sonra, bir süre protesto edildiğinizi biliyoruz. “Yunus Emre”nin seslendirilmesindeki gecikme, biraz da bu yüzden. Radyo yayınını İstanbul’dan dinleyen Cemal Reşit’in, “Maaile, sabahlara kadar kustuk” demesi, Yahya Kemal’in ise, “Katedralde mevlid dinlemiş gibi oldum!” yakıştırması, sanat dünyasının “gel-git”leri arasında sayılabilir. Saadettin Arel’in, “Bestenigâr, Evc, Segâh gibi makamlarımızı kullanmışsınız ama o makamlardaki nim hicaz, ırak gibi perdeler yok…” eleştirisi, Cinuçen Tanrıkorur’un çok ağır makaleleri… Bu kısacık mülâkatın sonunda, bu konular hakkında da bir şeyler söylemek ister miydiniz ? / SAYGUN: “…Biliyorsunuz Oratoryo, Hıristiyan diye düşünülen bir şeydir. Halbuki oratoryo batıda yazıldığı tarihlerden çok önceki tarihlerde bizde mevcuttu; ama adı oratoryo değildi. ‘Mevlid’ esasında bir oratoryodur. Resitatifleriyle, korosuyla, aryalarıyla her şeyi ile bir oratoryodur. ‘Yunus Emre’ mevlid değil bambaşka bir şey, oratoryo tabirini onun için kullandım ve biliyorsunuz oratoryo dinî noktadan hareket etmiş olmakla beraber, gayrı dinî sahaya da çıkmıştır… Sonra Saadettin Bey’e cevaben, ‘Evet bu küçük perdeler yok, amma buna rağmen siz saydığınız makamların izlemini alabildiniz. Çünkü çokseslilikte makamları ben birer renk olarak düşünüyorum…’ dedim”. Cinuçen Bey’e gelince; keşke bu konularda, ikimiz de ölmeden yüz yüze konuşup, birbirimizi daha iyi anlayabilseydik…
HÜRRİYET: Bu mülakat için, Sayın Emre Aracı’ya da teşekkür etmemiz lâzım. Kendisinin (meraklısına önerdiğimiz) “Ahmed Adnan Saygun - Doğu Batı Arası Müzik Köprüsü” kitabı olmasa, bu satırların hiç değilse bir bölümü yazılamazdı. Kitabın 2. Baskısı, doğumunuzun 100. yıl dönümüne denk gelmişti. Dün gece, adınızı taşıyan sanat merkezinde gerçekleştirilen açılış konseriyle de, 110 yaşınızı kutlamış olduk. Hâtıranız, İzmir’de emin ellerde… /SAYGUN: “…Ben sadece çalıştım, başka bir şey yapmadım. Her çalışan gibi, ben de çalıştığım nispette başarılı oldum. Daha çok çalışsaydım, belki daha başarılı olurdum, bilmiyorum. Bu kadar yapabildim…/ genç kuşakların yapacakları çok işler var”.
Paylaş