Paylaş
Bu satırlar, araştırmacı-yazar Zümrüt Sönmez’in “Kızıl Toprak Ak Yemeni/Savaşın Kadınları” isimli kitabından alınmıştır ve Anafartalar’da 56. Fırka’da silahıyla muharebelere eşlik eden İzmir’in Kemalpaşa (Nif) İlçesi Ahmetli Köyü’nden “Mücahide Hatice Hanım”ın kendi cümleleridir. Gazetelerde ilk kez 1926 yılında yayınlanan bu röportajdan başka, “Zeynep Mido Çavuş”, “Safiye Hüseyin Elbi”, “Nezahat Onbaşı” gibi birçok kadın kahramanın öyküsünü de yine aynı kitabın sayfaları arasında bulmak mümkün.
Bazen düşünüyorum da, hâlâ Çanakkale Zaferi’yle ilgili ne kadar az şey bildiğimize hayret etmemek mümkün değil. Ne araştırmalar, ne sanat yapıtları, ulusal birliğimizin kilometre taşlarından biri olan ve Akif’in, “Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?” diye sorduğu günlerin önemiyle doğru orantılı bir yoğunluk ve kaliteye ulaşamamış durumda. Oysa tarihler, varolma mücadelesi verilen dönemeçlerde ödenen bedeli unutan ve duyarsızlaşan ulusların, çok daha pahalı deneyimler yaşamak zorunda kaldıklarını yazıyor.
Sadece 4 maddeden oluşan 3972 sayılı, “Çanakkale Şehrine Altın Madalya Verilmesi Hakkında Kanun”da bakın neler diyor: “Türk Milleti’nce, Çanakkale Savaşları’nda barış ve kahramanlığımızı anlatarak şehit düşen, tarihimize ‘Çanakkale Geçilmez’ yazdırtan ecdadımızın manevi şahsiyetlerine bir şükran nişanı olarak, üzerinde ‘Çanakkale Geçilmez’ yazılı altın bir madalya ihdas edilmiştir.”
Güzel mi? Güzel! Peki, “yürürlük maddesi”nde, “yayımlandığı tarihte yürürlüğe girer” denilen bu kanunun kabul ve Resmî Gazete’de yayımlanma tarihini biliyor musunuz? Sıkı durun, 1994... Yani zaferden 78 yıl sonra... Algılamanın hızına bakınız. Bugün, 96 yıl sonra, bu köşede, “yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana...” mısraının mahcubiyeti içinde, başta “rahmetli Gazi” olmak üzere, “Anadolu İhtilâli”nin bütün kahramanlarını şükranla anıyorum. Bu arada, Lozan metnini, yaşayan Türkçe’ye, imzalanmasından 50 yıl sonra çevirebildiğimizi de unutmayın. Başka bir gün, onun hakkında da söyleşir ve söyleniriz.
Türkçe’nin başı sağolsun!
“Burası Türkiye Radyoları...” diyen kendinden emin bir sesti ve siyah beyaz televizyon günlerinin ilk haber spikerlerinden biriydi... “Mukni” derlerdi büyüklerimiz; “rahmetli Zafer Celasun ve Jülide Gülizar” için. “Eğer bir haberi onlar okuyorsa, -sadece onlar okuduğu ve kişilikleri başlıbaşına bir güvence olduğu için bile- doğrudur, inanabilirsiniz” demekti bu. Türkçe, kulaklarda bir neş’e ve ailece “ajans”ı dinlemek, neredeyse törensel bir şeydi. Mikrofonu bıraktıktan sonra, sunuculuk mesleğinin hangi özensiz ellere teslim edildiğini ve ne hallere düştüğünü anlatmaya kalkmak, zaman kaybı olur. Maç anlatır gibi haber sunan “en-kıro-men”lere kaldı meydan. Çapsız ama gürültücü “yeni yetmeler”e bugün bir ayda ödenen parayı da, (hiç dert etmedi ama) bütün ömrü boyunca kazanamadı. Bu haftanın başında aramızdan sessizce ayrıldı Jülide Gülizar...
Samimi fikrim şudur ki, Jülide Hanım’ın yeri hep boş kalacak! Ardında, havada uçuşan güzel ve hakkı verilmiş sözcükler, hoş bir anadil tınısı, hep el üstünde tutulmuş bir meslek terbiyesi, işini ciddiye alan bir öz saygı, televizyon programları, kitaplar, söyleşiler ve öğrenciler bıraktı. Kendisini, saygıyla uğurlarken, ömrünü verdiği TRT’nin bugünkü resmini de yazdığı kitaplardan birinin adıyla özetleyelim: “Haberler bitti; şimdi oyun havaları...”
Ve bir haiku...
Japonya’daki dramın tarifi, “sözün bittiği yer” noktasına sürükleniyor. Yaralar sarılırken hepimiz, geleneğin, geleceği nasıl oluşturduğuna tanık olacağız. Bir farkla ki, bunu ileri teknoloji sayesinde başarmayacaklar. Japonya’yı esenliğe çıkartacak gerçek büyü, “İkebana’nın, çay töreninin, kiraz ağaçlarının, samurayların, Go’nun ve aikido’nun inceliği”nde gizlidir. Yelda Karataş’a, Japonya’da Haiku alanında ulusal ve uluslararası çapta her yıl düzenlenen ve Haiku’nun Nobel’i sayılan Uluslararası 10. Mainichi Haiku Yarışması’nda (2007) Büyük Ödülü kazandıran dizeleri, insanlığın, “gözyaşlarının aynı renkte olduğunu fark etmiş” bilincine armağan etmek istiyorum:“Ölüme ne kadar yakın unutulmaz çocukluğumun ağır çiçekli ıhlamur ağacı”
Paylaş