Paylaş
BELKİ size tuhaf gelecek ama...
Benim kuşağım, Atatürk’ü “şiirle” öğrenmiştir, “şuurla değil...”
Açıkcası bugünkü bilincimiz, biraz da kendi gayretimizle ve sonradan kazanılmadır.
İşte bilincimizin tam olarak gelişmediği o yaşlarda neden korkup neden korkmayacağımızı da pek bilemezdik.
Hayat bize göstere göstere öğretti “korkulacak şeyleri...”
“Köpekten, yılandan, çıyandan” korkardık meselâ.
Asıl korkulması gerekenin “insan” olduğunu yıllar geçtikçe öğrendik.
“Mahallenın delisinden” korkardık.
Senelerimizi aldı “memlekette akıllı geçinenlerden” uzak durmayı öğrenmek.
Âdet öyleydi işte, “polis amcayla, iğneciyle” filân korkuturlardı bizi.
Gün geldi, “sanatçıdan, şiirden, müzikten” korkanlar türedi.
Ne bileyim, aklımız ermezdi işte “ölüler”den korkardık yok yere...
Yaşadıklarımız, bize “diriler”den korkmasını öğretti.
“Allahtan” korkardık, sevmek ve sığınmak yerine.
“Kulundan” korkulması gerektiğini deneyim kazandıkça öğrendik...
Çocuktuk, “kaba kuvvet”ten korkardık, “düşünceden” değil!
Büyüdükçe “düşünmekten korkulması gerektiğini” sokuşturmaya çalıştılar aklımıza...
Biz çocukken “karanlıktan” korkardık, “aydınlıktan” değil...
Bazılarımıza ne yaptılar ve nasıl yaptılarsa onları “aydınlıktan korkmaya koşulladı” birileri.
Bugün 10 Kasım...
Şimdi size yine tuhaf gelecek biliyorum ama, bakmayın Saatli Maarif Takvimi’nin yaprağında, “Atatürk’ün Vefatı (1938)” yazdığına...
Bugün, hayli demdir, “aydınlıktan ve ölülerden” korkma günüdür.
Küçüktük, korkularımızla büyüdük.
Üstelik o zamanlar “korkunun ecele faydası var” sanırdık.
Bu yaştan sonra kimsenin iflâh olmasını beklemeyin.
Herkes “kendini var eden korkularıyla yaşamaya” devam edecek.
Yazının son satırı, bir demet “kasımpatı”nın mahcup hüznünden ibarettir...
Paylaş