Günümüzde yaygın kullanılan kavram empati, kadim kültürümüzde “diğerkâmlık” olarak adlandırılmaktadır. Diğerkâmlık; başkaları, diğerleri hakkında gam hissetmek, Farsça kökenli bir kelime. Empati, başkalarının duygularını dikkate almak şeklinde de özetlenebilir. Yakın ama aynı değil. Empatinin psikolojide tanımlanmasının da 100 yıllık bir geçmişi var. Empati kavramı insana özgü en önemli özelliktir.
Sosyalleşmedeki en önemli duygu, empatidir
İnsanın sosyalleşmesindeki en önemli duygu olan empati aynı zamanda insanın sosyal varlık olmasını sağlamaktadır. Kötülüklerin kaynağında empati yoksunluğu vardır. Simon Baron-Cohen’in kaleme aldığı “Kötülüğün Anatomisi” isimli kitapta empati yoksunluğu ele alınır. Suç işleyen kişiler, empati yoksunluğu nedeniyle karşı tarafın duygularını, acılarını, ihtiyaçlarını görmüyor, onlara eziyet ediyor, sadece kendi için yaşıyor.
Empati yoksunluğu, duygusal körlüktür
Empati halindeki iki kişinin beynindeki yollar birbirine çok benzemektedir. Bu durum Mikelanj Fenomeni olarak adlandırılır. Çekilen tomografilerde beyindeki yolların birbirine çok benzediği tespit edilmiştir. Benzer durumlar anne-çocuk ilişkisinde de gözlemlenebilir. Anne çocuğun hareketinden acıktığını ya da tuvalet ihtiyacını anlayabilir. Duygusal ayna nöronlar hemen okuyor.
Empati, duygusal okuryazarlıktır
Empati, duygusal okuryazarlıktır. Empati yoksunluğuna, duygusal körlük veya duygu sağırlığı da denir. Duygusal okuryazarlığı olan bir kimse empatisi gelişmiş kişidir.
Empati ile sempati karıştırılmamalıdır
Çözülmesi gereken sorunla ilgili çok yönlü birdurum değerlendirmesi yapılmalıdır. Durum analizi, ihtiyaç analizi, kar-zarar analizi yapılır. Örneğin çiftlerden biri kariyeri için bir başka kente ya da ülkeye gidecek. Eşi onunla gitmek istemiyor. Sen gitmek istemiyorsun diye eşinin kariyerini bitirmek adil bir yaklaşım mı? İki tarafın da stratejik hedefleri, mesleki kariyerleri ve ihtiyaçları var. Bazı şeyleri zaman çözer. Ortak çözüm bulmak için beraber hareket etmek gerekir.
Evlilikte ikincil, üçüncül travmalar…
Taraflardan birinin eşine ‘İstifa et, kariyerini bırak gel’ dediği zaman gelecekte pişmanlıklar yaşanabilir. Böyle durumlarda ileride ‘Senin yüzünden kariyerim mahvoldu’ gibi örneklere çok rastlıyoruz. Evlilikte yeni bir ikincil, üçüncül travmalar oluşuyor.
Evlilik kurumunda fedakarlıkların daha çok kadından beklendiğini gözlemleriz. Bazı erkeklerde bazen düşünce katılığı yaşanır. Kendi doğrularına göre eşinin davranmasını bekler. Kimi zaman kadını köleleştirmeye çalışır. Oysa öyle bir hakkı yoktur. Benzer durumlar genellikle kadının çalıştığı durumlarda yaşanır. Madem çalışan bir kadınla evlendin o zaman ‘eşitler ilişkisi’ni kabul edeceksin. Eşitler ilişkisini kabul ettiğine göre de birlikte karar vermeyi başarmamız lazım.
Fedakârlık yapmak erkeğe daha çok yakışır…
Evliliklerde liderlik konusu da sorunun çıktığı bir başka konudur. Genellikle evin reisi erkektir diyen bir anlayış var. Evlilikte tek doğru yoktur. Günümüzde ailede eş başkanlık sistemi uygulanmalıdır. Hukukun temel ilkelerinden biridir, psikolojik üstünlük güçlü olandadır. Ekonomik güç erkeğin elindeyse erkek güçlü kişidir ve psikolojik üstünlük ondadır. Fedakârlık yapmak erkeğe daha çok yakışır. Erkeğin eşine fedakârlık yapması gerekiyor ama buna karşı erkeğin liderliğini kabul etmesi gerekiyor. Ama iki taraf da çalışıyor ve evin bütçesine benzer katkı yapıyorsa böyle durumlarda o evlilik eş başkanlık sistemiyle yürür. Yoksa dağılma olur.
Fedakarlık hisseden kadının aidiyeti artıyor…
27 Temmuz’da başlayan resmi tercih dönemi 5 Ağustos’a kadar devam edecek. Bir gencin hayatında önemli bir dönüm noktası olan bu süreçte doğru karar vermek çok önemli. İnsanın ömrü boyunca verdiği en önemli kararlardan birisi meslek seçimidir. Meslek seçimi, insanın hayatının hemen hemen 3’te birini geçireceği, geçimini sağlayacağı ve aynı zamanda da hayatını sürdüreceği bir alanı seçmesi anlamına geliyor. Seçtiği o meslek, hayatını sürdüreceği ve geçimini sağlayacağı bir alan anlamına geliyor.
Tercih uzmanlarına danışılabilir
Meslek seçiminde de bazı önemli noktalara dikkat etmek gerekiyor. Gencin tercihte bulunurken meslek uzmanlarına ve tercih uzmanlarına danışması lazım. Kararsız adaylar, tercih uzmanlarına danışabilirler ve kariyer testinden yardım alabilir. Gereksiz ve boş tercih yapmamak için tercih uzmanlarına danışmak çok faydalı olacaktır. Tercih danışmanları daha çok operasyonel yardım ederler, meslek rehberlikleri ise daha stratejik yardım ederler. O kişinin kişilik özellikleri nelerdir? Bu kişinin hangi potansiyeli var? Bu potansiyeli ortaya koyabileceği en uygun meslek hangisidir? Buna meslek rehberleri karar verir.
Kariyer Testi, kendinizi tanımanıza yardım edebilir
Kararsız adaylara yönelik olarak meslek seçiminde yardım almaları için düzenlenen Kariyer Testimiz bulunuyor. Kararsız adaylar bu testi çözerek ilgi alanlarını belirleyebilir. Üsküdar Üniversitesi web sitesinde Holland testi diye de bilinen Kariter Testi... 90 soruluk bir test ama 10-15 dk’da yapılıyor. Bu testin sonucu kişinin han gi alanlarda başarılı olabileceği ile ilgili bir bilgi veriyor. Holland Testini son 1 sene içinde 500 binin üzerinde aday kullanmış. Kariyer Testi ile kişinin gerçekçi mi, araştırmacı mı, sanatla ilgili yönü var mı, sosyal mi, girişimci mi, geleneksel mi gibi yönleri ortaya konulmaktadır. Kariyer Testi kişinin en çok güçlü, daha güçlü ve daha az güçlü yönleri ile ilgili fikir veriyor. Kararsız adaylar bu testi çözerek ilgi alanlarını belirleyebilir.
Adayın önce kendini tanıması şart!
Meslek seçiminde en önemli konu, kişinin kendi özelliklerini tanıması ve kendi özelliklerine uygun meslek seçmesidir. Kişi kendi özelliklerini tanımazsa ailesinin, çevresinin ya da medyanın istediği, onların hevesleri, beklentileri ve arzularına göre seçimler yapar. Ancak bu tip seçimler sonrasında büyük pişmanlıklar yaşanabilir. Tekrar tekrar sınava girenler, üniversitenin dördüncü sınıfında okurken terk eden pek çok örnekler görüyoruz.
Çocukluk döneminde tanımlanan ve nöro gelişimsel sınıflandırılan bir hastalık olan otizm çok erken çocukluk döneminde başlıyor ve çocukluk döneminde teşhis koyulursa hastalığın tedavisi daha kolay oluyor. Otizmin en önemli özelliği çocukluk ve erken çocukluk döneminde başlamasıdır. Aynı özellik daha ilerideki dönemlerde ortaya çıkarsa otizm değil, psikoz olarak tanımlanıyor.
Otizmin en önemli belirtisi…
Otizmin en önemli belirtilerinden biri, sosyal iletişim ve etkileşimde yetersizliktir. Otizmli çocuklarda çocuk daha yürümeye başlamadan yani neredeyse doğumla birlikte anlaşılabilecek bir belirtidir. Çocuğun sosyal iletişimi ve etkileşiminde yetersizlik vardır. Bebeğin 6 aylıkken agulama yapması, 9 aylık bebeğin ise ‘ce… eee’ gibi sesler çıkarması gerekir. 15 aylık bir bebeğin iki hecelik kelimeler kullanması lazım. Otizmli bebekler ve çocuklar bunları yapamıyorlar, geç yapıyorlar. Sosyal iletişimde kucağa alınmak istemiyorlar. Kucağa alınsa bile aşırı tepki verebiliyor, böyle sosyal iletişim ve etkileşim yetersizliği var.
Sosyal etkileşim doğumdan itibaren başlıyor
Evlilik yeterliliği ve evlilik olgunluğu aynı şey mi? Değil… Evlilik yeterliliğinde çiftlerin yaşının tutması ve iki tarafın da birbirini istemesi yeterli gözüküyor. Bu evlilikte yeterlidir. Evlilik olgunluğu ise evlenecek kişilerin yeniden bir aile inşa etmeleri demektir. Yani iki kişi yeniden toplumsal bir birim inşa edecektir. Bu bir inşa faaliyeti olduğu için orada belli bir olgunluk gerekiyor. Yeterliliğin dışında yetkinlik gerekiyor ve olgunluk gerekiyor.
Tüm bu nedenlerle evlilik olgunluk ölçekleri geliştirildi. Bu ölçekler evlilik olgunluğu konusunda bir fikir üretebiliyor, orada ölçeklerin psikolojik (duygusal) boyut, ekonomik boyut, sosyal (toplumsal) boyut, cinsel (biyolojik) boyut gibi alt boyutları var. Bu alandaki denklik çok önemli. Çiftlerin bu boyutlarda denk olmaları halinde evlilik olgunluğu ortaya çıkıyor.
İlk 5 yılda boşanma oranları yüksek…
Evlilik kurumu, ehliyet almak ve araba kullanmaktan daha önemsiz değil. Araba kullanmak için bir ehliyet gerekiyor, evlilik için de aynı şey geçerli olmalıdır. Evlilik olgunluğuna sahip olmayan rastgele evlilikler büyük ölçüde yürümüyor. Dünyada özellikle gelişmiş ülkelerde ilk 5 yılda boşanma oranı %50’nin üzerinde, Türkiye’de ise bu oran %39.
Evlilikte bağlılık güven alanı oluşturuyor
Evlilik olgunluğu olan kişiler sorunları aşabiliyor. Evlilikte üç dönem vardır. Birinci dönem; romantizm dönemidir. Bu dönem, tarafların birbirlerinin kusurlarını görmedikleri, balayı gibi bir dönemdir. Romantizm dönemi genellikle birkaç aydan iki seneye kadar sürüyor. Ondan sonra hayatın gerçekleri karşısına çıkınca güç çatışmaları ve kişilik çatışmaları başlıyor. Bu dönemde taraflar yaş aldıysa ya da akıllıca çözüm üretirlerse olgunluk dönemine yani bağlılık dönemine geçiyor. Evlilikte bağlılık oluşuyor. O zaman evlilik güven alanı haline geliyor. Evlilik bir sığınak haline geliyor.
Evliliğe yatırım yapılmalı
Asıl mutluluk, anlam peşinde koşmaktır
İnsanlık tarihi boyunca insanlarda mutluluk arayışı ve mutsuzluk derdi var. Baktığımız zaman Sokrates’e, Aristo’ya, Platon’a kadar gidiyor. Tartıştıkları konular mutluluk konuları. Aristoteles, mutluluğu ikiye ayırır. Birincisi hedonist mutluluk yani haz peşinde koşmak, hazları eylem halinde yaşayabilmektir. Aristoteles, bu mutluluğu geçici mutluluk olarak görüyor. Asıl insanı mutlu eden mutluluğun Eudaimonia mutluluk olduğunu söylüyor. Eudaimonia mutluluk, anlamlı ideallere bağlı eylemlerin toplamı olarak geçiyor. Bu insanda kalıcı mutluluk yapıyor, diğeri geçici mutluluk sağlıyor.
Geçici mutluluklarda kişi, bir süre sonra onu mutlu eden şeyin bitmesiyle hüzne kapılıyor. Güzel günler geçince, onun bitişi bile insana hüzün verir. Hüznün bitmesi ise insana haz verir. Mutluluk durumsal değil, mutluluk bir süreçtir. Bu süreci yönetmek gerekiyor. Mutlulukta süreç yönetimini doğru yapabilmek önemlidir.
Popüler kültür, aldatıcı mutluluğu teşvik ediyor
Mutlulukta süreç yönetiminin doğru yapılması için mutlulukla ilgili bir yaşam felsefesine sahip olunması gerekiyor. Mutluluk, amansız yaşamak, canının her istediğini yapmak, duvarları yıkmak, zincirleri kırmak, kafana göre yaşamak değildir. Bu, aldatıcı mutluluktur. Kapitalist sistem ve popüler kültür, tüketimi artırmak için bu mutluluğu teşvik ediyor. Kazan, tüket çarkı içerisinde yaşamaya zorluyor. ‘Kazan, harca, eğlen, 5 gün çalış 2 gün eğlen’ diyor.
Kaliforniya Sendromu mutsuz ediyor…
Hedonist mutluluk, insanı mutlu etmiyor. Hatta bu mutluluğu amaçlayıp da edinemeyenler için Kaliforniya sendromundan söz ediliyor. Kaliforniya Sendromu Kaliforniya’da çok yaygın olduğu için orada mutluluk araştırmaları da çok yapılıyor. Oradaki insanlar birçok şeye sahipler, eğleniyorlar, çok hızlı yaşıyorlar. Bütün bunlar var ama insanlar yine mutlu değiller.
Bencilliğin krallığında mutlu olamazsınız
Sosyal ve manevi boyutu yüksek olan Ramazan ayı, gösterdiğimiz fedakârlıklarımız, tahammüllerimizle nefsin terbiye edildiği, ego eğitiminin yapıldığı bir dönem… Hemen arkasından gelen bayram ise fıtri bir şey… Bayramların insanın beyindeki ödül ceza sistemine uygun ve ilahi bir şekilde ‘Bu dönemde sen manevi olarak ilahi rıza için fedakârlıklar yaptın, sosyal sorumluluklar aldın, insanlara yardım etmeye çalıştın. Bunun sonucunda bayram bir ödül’ tarzında bir de psikolojik boyutu var. Tatlı ve şeker çok verildiği için daha önceleri Şeker Bayramı da denilirdi. Bayramda şeker ikram etme, çocukları ve insanları sevindirme, bayram ziyaretlerinin olması gibi pek çok güzel geleneklerimiz var.
Dini ve Milli Bayramlar bir milleti millet yapan en önemli kültürel standartlardır. Ortak hikayeler, yaşantılar ve hayat senaryolarının yazıldığı günlerdir. Ortak kültürel hafıza, birlikte yaşanan günler ve ortaya çıkan hikayeler, gelecek ortak idealerin en önemli tecrübe alanı bayramlardır. Ne kadar çok ortak güzel yaşantı o kadar çok bağlılık demektir.
Bayramın manasını kimse unutmadı…
Dünyada yaşanan değişimlerden ülkemizin de etkilenmesine karşın bayram geleneği toplumda değişmedi. Dünyada modernizmin oluşturduğu dalgalar etkiler Türkiye’ye de kendini gösterdi. Birçok şey değişti ama bayram geleneği toplumda değişmedi, hiç kimse bayramın manasını unutmadı. Çocukluluğumuza baktığımızda en güzel günler olarak bayramları hatırlarız. Çocukların güzel kıyafetler alması, o gün komşuları dolaşarak herkesin ödüllendirilmesi ve hoş karşılanması toplumsal bilinçaltına yerleşmiş durumlardır.
Ah o eski bayramlar…
Çevremize baktığımızda herkes ah eski bayramlar der dikkat ederseniz. Yüz sene öncesi de iki yüz sene öncesi de aynı şeyi söyler. Ah o eski bayramlar… Sosyolojik ve psikolojik değerlendirdiğinizde aslında kişi kendi çocukluğundaki bayramları özlediği için bunu söylüyor. Çünkü hemen hepimizin çocukluk bayramları güzel geçmiştir. Aile bağları güçlenmiş, şiddet öfke azalmıştır bu dönemlerde. Böyle bir dönemde ve ailede çocuk da kendini daha mutlu ve güçlü hisseder. O günleri hiç unutmaz. O nedenle kendi kültür ve değerlerimizin çocuklara aktarılması çok önemli. Böylece milli kimliğimiz ve değerlerimizin aktarıldığı bayramları korumuş oluruz.
Toplumu birleştiren önemli değerlerdir…
Bayram geleneğinin devam etmesi, toplumun ortak kültürlerinin devam etmesi açısından oldukça önemli. Toplumu toplum yapan, ortak kültürel değerleri, gelecekle ilgili idealleri ve geçmişteki birikimleridir. Bunlar ne kadar çok ortaksa o toplum birlik oluyor, değilse de o toplum ufak bir krizde dağılan bir toplum oluyor. Bu nedenle bayramlar bütün toplumu birleştiren değerlerden en önemlisidir. Bunu canlandırıp yaşatmak gerekir.
İnsanlar sosyalleşme açısından dünyaya prematüre olarak geliyor ve zamanla öğreniyor. Hayvanlar dünyasında böyle bir durum yok. Hayvanlar doğduğunda çok kolay hemen sosyalleşir çünkü bu doğuştan kalıtımla ilgili ve genetiktir. Bir nesil ürerler, ikinci nesli uzaklaştırırlar. Oysa insanlar sosyalleşmeyi öğrenmek üzere doğuyor. İnsanoğlu hangi ortamda büyüdüyse oranın özelliklerini taşıyor. Hatta literatüre girmiş 50’nin üzerinde vaka vardır. Ormanda kaybolmuş veya doğduktan sonra hayvanlar arasında büyümüş vahşi çocuk olguları var. Bulundukları ortamdaki canlıdan etkileniyor. Örneğin köpeklerle beraber yaşamış çocuk olgularında çocuk köpekler gibi yiyor, köpekler gibi yıkanıyor, başını suya tutuyor, hopluyor, dört ayak üzerine yürüyor.
İnsanoğlu öğrenerek gelişiyor
İnsanın iki ayak üzerine yürümesi dahi sosyalleşme ve öğrenmenin bir sonucu olarak gelişiyor. İnsanoğlu öğrenerek gelişiyor. Bu da nörobilimde kanıtlandı. Mesela doğan farelerin bir kısmının gözü hemen kapatılıyor. Gözleri üç ay sonra, altı ay sonra açılıyor. Altı aydan önce gözleri açılan fareler görmeyi öğreniyorlar ama altı aydan sonra gözleri açılan fareler artık görmüyor. Işık uyarısı almayınca beyindeki görme alanları köreliyor ve bir daha gelişmiyor. Bu örnekte olduğu gibi sosyalleşme de böyledir.
Bağımlılık bağlanma bozukluğundan kaynaklanıyor
Hayvanların sosyalleşmesinde genetik kodlar bulunuyor. Hayvanlar üzerinde yapılmış bir bağımlılık deneyi sosyalleşmenin ne denli önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Fareler kokain bağımlısı yapılıyor ve bir pedala basınca içinde uyuşturucu madde bulunan suyu içiyor. Ölünceye kadar içiyor ve hayvan ölüyor. Bir başka fare kokain bağımlısı olmuşken alınıyor ve kendi sosyal çevresine konuluyor. Hayvan bağımlılığı bırakıyor ve normalleşiyor. Buradan hareketle bağımlılığın aslında bir bağlanma bozukluğu olduğu anlaşılıyor. Sosyal çevreye bağlanan ve sağlıklı sosyal ilişki kuran insanlar madde bağımlılığına ihtiyaç hissetmiyor.
Küresel bir bağımlılık salgını var
Bağımlılığın arka planında da ciddi bir patolojik sosyalleşme bulunuyor. Yalnızlık ve mutsuzluk var. Bu nedenle şu anda küresel bir bağımlılık salgını var. Özellikle ABD’de ve Kuzey Avrupa ülkelerinde çok yaygın. Bağımlılık pandemisinden bahsediliyor. Bunun arka planında ise sosyal normların değişmesi var. İnsanın sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürmesi için toplumdaki sosyal normlar çok önemlidir. Toplumu toplum yapan sosyal normlardır.
Davranış sınırlarını sosyal normlar belirliyor