Paylaş
Şunu söyledim:
“Hocam, belki haddimi aşacağım ama Ayasofya’nın ibadete açılması konusunda mistik bir gözlemim var. Bu konu bir yanıyla sizinle de ilgili.”
Ali Erbaş, “Nasıl?” diye sorunca anlattım:
“Fatih Sultan Mehmet, ordusuyla İstanbul’u 6 Nisan 1453’te başlayan kuşatma sonucu 29 Mayıs 1453 günü fethetti. Ve Diyanet İşleri Başkanlığı, 29 Mayıs 2020 günü, yani İstanbul’un fethinin anma gününde Ayasofya’da Kuran-ı Kerim okuttu. Okunan da Fetih Suresi idi.
Yani, 1453 yılında fethedilen İstanbul’da, fethin 567 yılında Ayasofya’da Fetih Suresi okunması sonucu 86 yıldır müze olarak kullanılan Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması gündeme geldi” dedikten sonra, “Bunda böyle bir gizem var hocam” diyerek diğer konuya geçmiştik.
Bu konuşmadan sonra Danıştay, Ayasofya’nın müze olarak kullanılmasına dair Bakanlar Kurulu kararını kaldırdı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yayınladığı kararnameyle de Ayasofya’nın cami olarak kullanılması kararı kamuoyuna duyuruldu.
Bu süreçte, “Ayasofya siyasete açıldı, neden şimdi, kim açtı, Danıştay mı, Erdoğan mı?” soruları tartışmalara konu oldu. Hatta Erdoğan’ın daha 1.5 yıl önce Ayasofya’nın açılışına sıcak bakmadığı biliniyor. Evet, imzaladığı kararnameyle Ayasofya’yı ibadete açan Cumhurbaşkanı Erdoğan oldu ama buna vesile olan olaylara bakıldığında benim çıkardığım sonuç hep farklı oldu. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a söylediğim cümleleri tekrar edip, “Ayasofya’yı Fatih açtı, Ayasofya kendi kendisini açtı” diyerek mistik bir açıklama yaptım.
Sebebi gayet basitti, evet, Danıştay’ın kararı sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararnamesi ile müzeden cami olarak kullanıma açıldı.
Peki bu noktaya nasıl gelindi? İşte gizem ya da benim mistik açıklama dediğim ayrıntı orada gizli. Bunun için 29 Mayıs 2020 gününe geri dönmek gerekiyor. Daha önce de olduğu gibi 29 Mayıs 2020’de Ayasofya’da Kuran-ı Kerim okundu.
Yunanistan bu duruma hadsiz ve son derece seviyesiz bir tepki gösterdi. Yunanistan Dışişleri Bakanlığı şöyle bir açıklama yaptı: “Bugün, UNESCO tarafından 1935’ten beri müze olarak işlev gören, dünya mirası alanı olarak korunan ve küresel bir anıt olan Ayasofya’nın içinde Kuran’dan pasajların okunması, sadece buranın anıt olarak tanımlanması adına kabul edilemez bir girişim değil, aynı zamanda dünyadaki Hıristiyanların dini duygularına da bir hakarettir. Bu eylem uluslararası topluma hakarettir ve bir kez daha Türkiye’yi ifşa etmektedir. Türkiye’yi bir kez daha uluslararası yükümlülüklerine saygı göstermeye ve iç menfaatleri, Ayasofya kadar önemli bir anıtın çok ayrıcalıklı olan koruyucusu olma rolünün önüne koymayı bırakmaya çağırıyoruz. Ayasofya tüm insanlığa aittir.”
Bu sözlere ertesi günü Türkiye Dışişleri Bakanlığı, bir hafta sonra da Cumhurbaşkanı Erdoğan katıldığı bir televizyon programında tepki gösterdi. Ve “Türkiye’yi siz mi idare ediyorsunuz, biz mi idare ediyoruz?” dedikten sonra Ayasofya ile ilgili Danıştay’ın vereceği karara göre adım atılacağını söyledi.
Danıştay 10 Temmuz günü kararını açıklayana kadar Amerika konuştu, Avrupa Birliği konuştu, Yunanistan konuştu, Dünya Kiliseler Birliği konuştu, Rusya konuştu. Hatta 1500 yıllık tarihinde Ayasofya’ya en büyük kötülüklerini yapmış Katolik dünyasının ruhani lideri Papa Francis, “İstanbul’da Ayasofya’yı düşünüyorum ve çok acı çekiyorum” diye hadsiz bir konuşma yaptı.
Bunları, bir 29 Mayıs 2020 günü Türklerin tamamen kendi mülkleri olan Ayasofya’da Kuran-ı Kerim okutmasına Hıristiyan dünyasının tepkisini göstermek için hatırattım.
Elbette bu tepkilere Türk milletinin, Türk hukukunun ve Türk devletinin cevabı son derece yerinde oldu. Ayasofya ibadete açıldı.
AÇMAK KADAR AÇIK TUTMAK DA ÖNEMLİ
AYASOFYA’yı ibadete açmak kadar onu açık tutmak da önemli. Benim şahsi kanaatim o ki, Ayasofya ancak kendisini koruyacak ve açık tutacak kuşak geldiğinde açılacakmış, o kuşak da 15 Temmuz kuşağıymış. Yani Ayasofya, tarihinde ilk kez bir darbeyi çıplak elleriyle durduran o kuşağı bekliyormuş. Böyle bir günde bunu neden yazıyorum biliyor musunuz? Çünkü bu kararın karşısında olan tüm küresel güçler yarından itibaren üzerimize saldıracak da ondan.
Yıllarca hep bu konuşulacak, içeriden siyasi ajanlar, etki ajanları devşirecekler. Siyasetçi satın alacaklar ve Ayasofya’yı yeniden müzeye dönüştürmek için çalışacaklar.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakelaropulu çalışmalara başlamış bile. Ayasofya’nın cami olmasından büyük acı duyan Papa Francis’ı aramış ve Ayasofya’nın yeniden müzeye dönüşmesi için uluslararası tüm ağırlığını ortaya koymasını istemiş. Yunan cumhurbaşkanı ile görüşen Papa, konumunun verdiği tüm ağırlığı bunun için kullanacağını söylemiş.
O yüzden dikkatli olun: Küresel güçler, etki ajanları, siyasi partilerdeki uzantıları bunun için uğraşacak. Ayasofya’yı açmak bir dakikalık iş ama açık tutmak sonsuza kadar mücadele ister.
AYASOFYA’YI KORUYAMAZSAN İSTANBUL’U KAYBEDERSİN
AYASOFYA’nın açılışı sürecinde emperyalist devletlerin verdiği tepkiler, hadsiz Batı ülkelerinin İstanbul’u ve Ayasofya’yı kendi toprakları, mülkleri sandıklarını gösterdi. Öyle ki bırakın Fatih Sultan Mehmet’in mülkü olan Ayasofya’nın cami olarak açılmasını, 1453’te İstanbul’un fethedildiğini, bu şehrin Türklerin vatanı olduğunu içlerine sindirebilmiş değiller. Sizinle bir örnek paylaşacağım. Yunanistan’ın Kavala kentinin merkezinde bir tabela var, üzerinde “Konstantinopolis 460 kilometre” yazıyor. Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Doç. Dr. Ahmet Akın’ın çekip benimle paylaştığı fotoğraftaki tabelada Fatih Sultan Mehmet’in tarih sayfasına gömdüğü Bizans’ın çift başlı kartal arması da yer alıyor. Emperyalizmin ve Yunanların hedefi belli: Zayıf anımızı kollayacaklar, tıpkı Osmanlı’nın son dönemi gibi, tıpkı 100 yıl önce İstanbul’u işgal ettikleri dönem gibi.
O yüzden Ayasofya’yı korumak önemli, eğer koruyamazsak İstanbul’u kaybederiz.
Paylaş