Türkiye tam 39 yıldır, sözde “müttefik” ABD ve AB desteğiyle saldırılarına devam eden PKK terör örgütü ile yurtiçinde ve yurtdışında kesintisiz mücadelesine devam ediyor.
KÜRTLERİ KATLEDEREK BAŞLADI
1973 yılında Ankara’da “Apocular” olarak örgütlenen, 27 Kasım 1978’de Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde PKK adını alan terör örgütü, saldırılarına önce bölgedeki Kürt dernek temsilcileri ve siyasetçilerini öldürerek başladı.
Önce Kürtleri katleden PKK, 15 Ağustos 1984 tarihinde ise devlete ilk kurşunu sıktıktan sonra ardından bölgedeki yaşayan Kürt kökenli vatandaşlara karşı toplu katliamlara başladı. Böylece bölgede yaşayan vatandaşlar üzerinde bugün bile devam eden korkuyu inşa etti.
DEVLETE İLK KURŞUN
PKK’lı teröristlerin 15 Ağustos 1984 akşamı Siirt’in Eruh ve Hakkâri’nin Şemdinli ilçelerinde gerçekleştirdiği, Onbaşı Süleyman Aydın’ın şehit düştüğü, 9 asker ve 3 sivilin yaralandığı ilk saldırıların üzerinden 39 yıl geçti.
39 yıllık PKK terörü ile mücadelede, resmi görevli Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu askerlerimiz, Emniyet mensubu polislerimiz ve Güvenlik Korucularımız ile vatandaşlarımızdan toplam 14 bin 851 insanımız şehit oldu. Milli Savuma Bakanlığı verilerine göre, bu süre içinde toplam 32 bin 685 resmi görevli ve sivil vatandaş ise yaralandı, gazi oldu.
FEDAKÂR VATAN EVLATLARI
BEŞ GRUBA BÖLÜNDÜLER
FETÖ içinde beş grup liderlik mücadelesi yürütüyor. Bunların arasında en güçlü olanı MÖZ (Mustafa Özcan grubu), onu Barbaros Kocakurt grubu izliyor. Ayrıca örgüt içinde Yenilikçiler, Gelenekçiler ile güç dengesine göre hareket edenler şeklinde bir bölünme ve mücadele yaşanıyor. Gelinen son aşamada Mustafa Yeşil ve Ali Ursavaş’ın görevden alınması, yerlerine atanan isimlerin ise Mustafa Özcan’a bağlı ya da ona karşı ses çıkaramayacak isimlerden oluşması nedeniyle MÖZ grubu, FETÖ’nün icra heyetini büyük oranda kontrol altına aldı. Dünyanın birçok yerinden gönderilen örgütün mali kaynaklarını kendine yakın kişilere aktardığı ortaya çıkan Özcan’ın yolsuzluklarının üzeri örtülürken, bu durum örgüt tabanında müstakbel lider olarak görülen İsmail Büyükçelebi ve Mehmet Ali Şengül’ün temsil ettiği Gelenekçi grubun tepkisini çekiyordu.
ŞENGÜL’ÜN ŞÜPHELİ ÖLÜMÜ
Mustafa Özcan
Özgür Özel, “Ben bu partinin bir daha seçim yenilgisi yaşamaması için ne yapılması gerekiyorsa orada bana düşen görev ne ise ona talibim. Genel başkansa genel başkan... Ben bu insanlara yenilgi yaşatmak ve yaşatan takımda bir görevde olmak istemiyorum” dedi ve ardından manifesto niteliğinde bir Tutum Belgesi hazırladığı basına yansıdı.
Ne kadar ilginç değil mi, sanki kazandığı bir seçim varmış gibi “İnsanlara yenilgi yaşatmak istemiyorum” diyor.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 12 seçim yenilgisinin mimarlarından olan Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuğuna gözünü dikmiş durumda. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “değişim” korosunun davulcusu gibi en yüksek sesi o çıkarıyor.
Tıpkı, Roma İmparatoru Sezar’ı sırtından hançerleyen üvey oğlu Brütüs gibi Özgür Özel de siyasi tarihe “Brütüs Özgür” adıyla ve yaptığı ihanetle geçecek bir isim.
İMAMOĞLU’NUN ‘TAVŞAN ADAYI’
Bir başka özelliği, siyasi gücü ve kapasitesi CHP Genel Başkanlığı’na yetmediği için, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile ortak hareket ederek onun yerine “tavşan adayı” olması.
Diğer yandan da uzun yıllar saklanan önemli bazı FETÖ’cü isimler yakalanıyor.
Bunların arasında FETÖ elebaşı Gülen’in yeğenlerinin bulunması dikkat çekiyor. Bu gelişmede, örgüt içi güç savaşı etkili oluyor. Dört gruba ayrılan örgüt üyelerinin yolsuzluk, taciz ve tecavüz konularında birbirini suçlarken açık ve gizli biçimde birbirlerini ihbar etmeye başladığı bildiriliyor.
DÖRT GRUBUN GÜÇ SAVAŞI
Konuyu baştan anlatayım; FETÖ’cüler, elebaşı Gülen’in sağlık durumunun kötüleşmesi, örgüt üzerinde kontrolü yitirmesi ve ölümü sonrası liderlik savaşı nedeniyle kendi içinde “Gelenekçiler”, “Yenilikçiler”, “MÖZ-Mustafa Özcan Grubu” ve “Barbaros Kocakurt Grubu” olarak güç savaşına giriştiler
Gülen
UNESCO’nun Atatürk’ün doğumunun 100’üncü yılı ile ilgili aldığı bu kararın, kuruluşun tarihinde bir başka örneği yoktur.
Cumhuriyet’in 100’üncü yılı
Atatürk’ün “Benim en büyük eserim” dediği Cumhuriyet’imizin 100’üncü yılında, Amerikalı Disney Plus isimli televizyon kanalı iki bölüm olarak hazırladığı Atatürk belgeselini yayınlamama kararı almış. Bu kararı almasının arkasında ise Ermeni lobilerinin Atatürk hakkında ortaya attığı ‘soykırım iftiraları’nın etkili olduğu söyleniyor. Nitekim Amerika’da bu konuda başı çeken bir Ermeni lobisi, belgesel yayınının kendi girişimleriyle durdurulduğunu yayıyor. Dünya ve tarih biliyor ki, ne Atatürk ne de Türklerin tarihinde soykırım gibi insanlık suçu yoktur. UNESCO Genel Kurulu’nun 1978 tarihli kararındaki şu cümleler bunu açıkça gösteriyor:
“Tüm yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımını gözetmeden, bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına olan inancını anımsatarak eylemlerini her zaman barış uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden yapmıştır.”
Mesele belgesel değil
Olayı yalnızca bir televizyon kanalının Atatürk belgeselini yayınlamaması olarak görmek eksik değerlendirme olur. Son yedi yıldır Türkiye, başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin doğrudan ve dolaylı saldırısı altında. 1920 tarihli Sevr’den beri bir türlü parçalayamadıkları Türkiye’yi bölmek için dışarıdan PKK, içeriden FETÖ ve işbirliği yaptıkları siyasetçilerle amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar. Bir yandan “müttefik” görünüp diğer yandan Türkiye düşmanı terör örgütlerini destekleyip himaye eden emperyalist ülkeler, 100 yıl önce olduğu gibi yine perde arkasında kendilerini gizliyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın sadece Anadolu’yu işgal eden Yunanistan’a karşı verildiğini söylemek nasıl eksik bir değerlendirme olursa, Atatürk belgeselinin de Ermeni lobisinin etkisiyle yayınlanmadığını söylemek aynı şekilde hatalı olur.
Oysa, CHP’nin Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mansur Yavaş ile “Aramızda kalsın” konulu muzip videoları, “Kazandık, kazanıyoruz” konulu mitingleri, seçim akşamı dört kez ekrana çıkıp yaptıkları “Kazandık” açıklamaları ile Kemal Kılıçdaroğlu’nu 13’üncü Cumhurbaşkanı ilan edişi, en sonunda da “Yarın sabah uyandığınızda Kemal Kılıçdaroğlu Cumhurbaşkanı” sözleri, kendisi için Cumhurbaşkanı Yardımcısı unvanlı davetiye bastırmış olması hafızalardaki yerini koruyor.
Kaybedenler kulübünün üyesi İmamoğlu, Oksijen gazetesinde beyaz gömlekli, kolları sıvarken çekilmiş fotoğrafı ile yeniden başlamaktan söz ediyor. Hem de yanında hâlâ Kılıçdaroğlu’nun etrafında dolaşan hatta onu Grup Başkanı olarak TBMM’de temsil ederken Zoom toplantısında yakalanan “Brütüs Özgür” yani Özgür Özel ile.
CESUR LİDER, ‘ADAYIM’ DİYEMİYOR
Sayfalar dolusu makalede “demokratik liderlikten”, “cesur liderlikten” ve birçok şeyden bahsediyor ama bir türlü CHP Genel Başkanlığı için aday olduğunu söyleme cesareti gösteremiyor.
Lafı dolandırıyor da dolandırıyor; ekonomiden, çevreden, beklenen İstanbul depreminden, gençlerden her yerde bulacağınız cümlelerle bahsettikten sonra nihayet sözü Kılaçdaroğlu’na getiriyor, şöyle diyor:
“Demokratik lider toplumla imzaladığı mukavele uyarınca ona verilen yetkiyi belli bir süre kullanır, ona verilen misyonu yerine getiremediğinde ve toplumsal beklentilerin gerisinde kaldığında görevi bırakmayı bilir.”
Seçim sürecinde hakkında
2007 yılında aldığım “Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Ödülü” benim için ayrı bir onur ve sorumluluktur. Ama bu, herhangi bir güç odağına, bir gruba, bir kitleye karşı değil sadece ve sadece gerçeğe karşı bir sorumluluk. Bunu yapmanın yolu ve yöntemi “tek başına da kalsan”, kimin işine yaradığına yaramadığına bakmadan yalnızca olguyu, gerçeği aktarmaktan geçer.
Bir partiye, bir siyasi görüşe, bir toplumsal gruba, iş ya da sendikalara, etnik veya inanç grubuna yakın olarak yapılan gazetecilik şekilleri de vardır. Gazeteciliği, yabancı ülkeler ve çıkar grupları için “etki ajanlığı” olarak yürütenler olduğu gibi günümüzde PKK ve Fetullahçı Terör Örgütü adına çalışan, propagandasını yapan, kendisine “gazeteci” diyenler de bulunuyor.
SADECE GERÇEK
Benim üzerinde durduğum dünyada bilinen adıyla “Soruşturmacı Gazetecilik(Investigative Journalism)”, bizdeki yaygın adıyla “Araştırmacı Gazetecilik”...
New York Times gazetesinin soruşturmacı gazetecilik editörlerinden Rebecca Corbet, Oxfort Üniversitesi’nde 2 Mart 2020 günü verdiği konferansta bunu şöyle tarif etmişti: “Soruşturmacı gazetecilik kanıta dayalı gazeteciliktir. Bir görüş değildir. Savunuculuk değildir. Tek amacı gerçeği bulmak ve onu tüm gücüyle aydınlığa kavuşturmaktır.”
Çok bilinen bir söz var ya, “Halkın bilgi edinme hakkı adına” diye, işte bunu gerçekleştirirken halkı bilgilendirmek için yanlış bilinene karşı gerçeği aktarırken, üzerinizdeki devletin, yargının, bürokrasinin, iktidarın, muhalefetin, STK’lar dahil tüm güç odaklarının, hatta kamuoyunun baskısına da karşı duracaksınız. Çünkü önyargıyı kırmanın, yanlışı düzeltmenin gücü sadece gerçeğin elindedir ve gazetecinin görevi yalnızca o gerçeği aktarmaktır.
Yıllardır konferanslarda ve üniversitelerde verdiğim derslerde hep bunu anlattım.
“O geceyi bizzat yaşamasa dahi, FETÖ’cü hainlerin işlediği cürümlere şahit olan birinin, FETÖ’ye müsamahakâr davranması mümkün değildir. Üstünden değil 7 yıl, 70 yıl da geçse 15 Temmuz’u unutmacağız. FETÖ’yle mücadelede oluşacak en küçük bir zafiyetin bize neye mal olabileceğini hemen yanımızdaki ‘Gazi Mekân’da görebiliyoruz. Bir daha benzer ihanetlere maruz kalmamak için; hem hafızamızı diri tutmamız hem de tedbiri elden bırakmamamız gerekiyor” dedi.
FETÖ ile mücadele konusunda kararlılığın en iyi vurgulanacağı yerlerden birisi de Polis Akademisi’dir. Çünkü 15 Temmuz gecesi FETÖ’cüler tarafından katledilen 253 insanımız arasında 51’i Özel Harekât Başkanlığı’nda olmak üzere toplam 63 şehit polisimiz var.
FETÖ’CÜ 41 BİN POLİS İHRAÇ EDİLDİ
17/25 Aralık 2013 sonrası emniyet teşkilatında yapılan kısmi tasfiyenin önemine işaret eden ve “Vakitlice alınan tedbirler devletimizi işgal girişiminden kurtardı” değerlendirmesini yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Şayet o dönem Polis Akademisi’ni yeniden yapılandırmamış, hassas birimlerde tasfiyelere gitmemiş olsaydık, daha büyük bedeller ödemek zorunda kalırdık. Bir taraftan Polis Teşkilatımızı FETÖ’cü unsurlardan temizlerken, aynı zamanda emniyet hizmetlerinde sıkıntıya mahal vermedik. Darbe girişiminden bugüne toplam 41 bin emniyet mensubunun kurumla ilişiği kesildi” dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasını dinlerken pek şahit olmadığımız bir kelimeyi kullandığını fark ettim: Mahrem yapılanma...
Cümlesi tam olarak şöyleydi: “FETÖ’nün devlet içindeki uzantılarının önemli bir kısmını tasfiye ettik. Mahrem yapılanmasına yönelik operasyonlarımız kesintisiz sürüyor.”
FETÖ MAHREM YAPILANMASI
“Mahrem”