Paylaş
Nedense pek üzerinde durulmaz ama halifelerin başa gelmesinin ilkesi de seçim ya da halk onayıdır. İşte İslam tarihinde bu tarife uyan Dört Halife’nin dönemi sadece 29 yıl sürdü! Hz.Ali ve Hz.Hüseyin’in şehit edilmesinin ardından yönetimi alan Emevi hanedanı, halifeliği babadan oğula geçen bir saltanat düzenine dönüştürdü. Bu ‘sultan halifeler’i tanımayan Şiiler, seçilecek değil Allah tarafından seçilmiş kutsal liderlere, yani İmamete inandılar. Ayrıca Sünniler arasında da tam bir birlik yoktu. İspanya ve Kuzey Afrika’da ayrı halifelikler ilan edilirken Bağdat’taki ‘esas’ Abbasi Halife, Türk askerlerinin ve Selçukluların gücüyle ayaktaydı. Halifeliğin bu ikinci dönemi 1258’deki Moğol istilasıyla son buldu.
HALİFELİĞİN MECBURİ DÖNÜŞÜ
Sembolik konumdaki hilafeti 1517’de Kahire’den İstanbul’a taşıyan Osmanlılar, bu unvanı 250 yıl boyunca çok öne çıkarmadılar. Ta ki Ruslar tarih sahnesinde güçlü bir rol üstleninceye dek... 1774 yılında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlılar, çekildikleri Kırım ve Karadeniz çevresinde önemli bir Müslüman nüfusu Rus idaresine bıraktılar ama oradakilerin dini lideri olduklarını da antlaşmaya koydular. 100 yıl kadar sonra, hem İngilizlere ve Ruslara karşı pazarlık gücünü arttırmak, hem de imparatorluğu bir arada tutabilmek için II.Abdülhamid, hilafet kavramını önemsedi, sahiplendi. Üstelik bu tek taraflı bir çaba da değildi. Batı’nın ele geçirdiği Müslüman ülkelerde, işgalcilere karşı halifenin sancağı altında birleşerek özgürleşme hayali kuranlar çoktu. Abdülhamid’in fotoğraflarına uzak diyarlarda, Hint Okyanusu’ndaki ya da Güney Afrika’daki bazı okulların duvarlarında bile rastlamak mümkündü. Bu idealizm Asya Müslümanlarının Milli Mücadele’ye verdiği destekte kendini göstermiştir. Türkiye, kazanımlarıyla bu dönemin adeta tek bağımsız Müslüman ülkesi olarak parlasa da diğer coğrafyalardaki Batı egemenliği, birlik hayaline noktayı koydu. Bunun yanında bir de Arapların bağımsızlık çabaları ve ‘Arap kavminden bir halife’ umudu vardı tabii.
İNSAN OLARAK HALİFELER
1290 yıl inişli çıkışlı bir seyir izleyen halifelik farklı dönemlerde farklı karakterler sergiledi. Halife olmaları sultanların gündelik yaşantılarını çok fazla değiştirmişe benzemez. Örnekler çok... Mesela ilk dört halife evlenip mutevazı biçimde yaşamışken sonraki yüzyıllarda halifelerin bir kısmı saltanat kaygısıyla cariyeleriyle nikâhlanmamış ve nispeten gösterişli hayatlar sürmüşlerdir. Örneğin 1001 Gece Masalları gibi halifelere sunulan eserlerde erotik unsurlara rastlamak çok tabiidir. Yine çelişki sayılabilecek şekilde bazı sultanların içki içtikleri biliniyor. Dolayısıyla sultan halifeler, papa, patrik ya da Dalai Lama gibi dini görevlere sahip kişilerle benzer konumda yer almaz. Gençliği, imparatorluğun büyük hızla modernleştiği bir dönemde geçen ve resimlerinde nü figürler bulunan Abdülmecid Efendi’yi işte böyle bir tarihsel sürecin son halkası olarak görmek gerekir. Öte yandan sultan halifeler içinde elbette dindar olanlar da vardı. Örneğin Yavuz Sultan Selim bunlardan biriydi. Tarihçi Hoca Sadeddin Efendi’nin babası Hasan Can, Yavuz’un musahibiydi (can dostu, sırdaşı). Onun anlatımına göre padişah, “libas-ı hilafeti istihkak ile telebbüs eylemişken dervişane kisve ve libası ihtiyar etmiş idi”. Yani, halifelik makamının hal ve tavrını üzerinde taşımak varken o derviş kılığında olmayı seçiyordu. Ama alçakgönüllü olma çabasındaki Yavuz, bir gün Hasan Can’ın uyarısını dinlemeyerek sırtındaki çıbanı sıktırınca yara enfeksiyon kaptı ve hızla yayıldı. “Hasan Can, sözünde durmadık, kendimizi helak ettik” diyen padişah birkaç gün sonra ölüm döşeğindeydi. “Hasan Can bu ne haldir” diye sordu. “Cenab-ı Hakka yönelip onunla olmak zamanıdır sultanım” diye yanıtladı baş ucundaki musahibi. Bu cevaba içerleyen Sultan Selim, “sen bizi bunca zamandır kiminle bilirdin ki” dedikten bir süre sonra son nefesini vermişti. Ne kadar azametli ve muzaffer olurlarsa olsunlar tüm halife sultanların akıbeti ‘kullarıyla’ aynı oldu. Sonuçta tüm halifeler insandı. Ama tarihin bizi getirdiği noktada bu cümleyi artık tersten kurmak daha doğru belki de: Tüm insanlar halifedir. İlginçtir ki bu ifadenin kaynağı da ayetler... Kuran’da hilafet görevi için tek bir kişinin değil ‘İnsan’ın adı geçer: “O sizi yeryüzünde halifeler yapandır” (Fatır, 39).
Paylaş