Paylaş
İnsanlık tarihinin belki de en engin malzemesidir Ortadoğu. Bu kadim coğrafyada pek çok medeniyet yükselirken sayısız savaşlar yaşandı. Tarih kitapları güç ve iktidar mücadelesinde nice ittifakları ve taraf değiştirenleri kayıtlara geçirdi.
TARAF DEĞİŞTİRİRKEN TARİHİ DEĞİŞTİRENLER
Konu taraf değiştirme olunca Ortadoğu tarihinden akla öncelikle Hürr b. Yezid gelir. Hz.Hüseyin, ailesiyle birlikte Kûfe şehrine doğru giderken Yezid b. Muaviye’nin askerlerince kuşatıldı. Kuşatmanın nedeni Hz.Hüseyin’in, Yezid b. Muaviye’nin halifeliğine biat etmemesiydi. Hürr, başında olduğu askerlerle Hz.Hüseyin’i takip edip durdurmakla görevliydi. Ne var ki Kerbela’da onun ve ailesinin düşürüldüğü hazin duruma dayanamayarak son anda taraf değiştirdi. Kerbela’da (680) Hz.Hüseyin’le birlikte canını veren Hürr b. Yezid’in bu cesur kararı, nice şiirlere, nice taziye gösterilerine konu olmuştur.
Taraf değiştirirken tarihi değiştirenler de olmuştur. Örneğin Uhud Savaşı’nda (625) Müslümanların yenilgisine ve neredeyse Hz.Peygamber’in ölümüne yol açacak kritik saldırının komutanı Halid b. Velid’i duymayan yoktur. Bu olaydan dört yıl sonra kendi isteğiyle Müslüman olan Velid sadece müşriklerin karşı kampına geçmekle kalmamış, öncelikle Mekke’nin fethinde ordunun sağ koluna komutanlık yapmıştır. Ardından da İslam’ın tüm Ortadoğu’ya ve hatta Anadolu’ya kadar yayılmasında askeri liderliğiyle çok önemli bir rol oynamıştır.
‘AFRİKA ASLANI’
Elbette taraf değiştirmenin tam ‘ters’ yönde örnekleri de vardır. Leo Africanus adıyla bilinen ünlü diplomat ve seyyah Johannes Leo de Medicis, aslında Hasan ibn Muhammed el-Vazzan adını taşıyan Granadalı bir Müslümandı. Müslümanlar İspanya’dan kovulunca ailesiyle birlikte Fas’a göç etti. İyi bir eğitimin ardından Fas sultanının diplomatik görevlerine katılmaya başladı. 1517 yılında Mısır’da Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıktı. Üç yıl sonra Tunus açıklarında Hristiyan korsanların eline düştü. Görevinin önemine binaen kürek mahkumu yapılmadan veya öldürülmeden önce Papa’nın huzuruna çıkarıldı. Hayatta kalmak için Hristiyanlığı kabul etti. Yeni ‘takımında’ itibar gördü, seyahatlerinde edindiği bilgilerle önemli eserler verdi.
Oruç Bayat Bey ise Leo Africanus’un aksine mecburen değil, kendi isteğiyle taraf değiştirenlerdendir. İran Şahı’nın Osmanlı’ya karşı ittifak arayışlarından sorumlu elçilik heyetinin üyesi olarak 1599’da gittiği Avrupa’ya hayran olmuş, Şiî-Müslümanlıktan Katolik-Hristiyanlığa geçmiştir.
TARAF DEĞİŞTİRMEDEN VATAN DEĞİŞTİRENLER
18.Yüzyıl sonlarından itibaren Batılıların Ortadoğu’ya müdahalesi, dengeleri derinden sarstı. Osmanlı tebaası olan Hristiyanlar, zamanla kendilerini İstanbul’dan ziyade Paris’e, Londra’ya veya Moskova’ya yakın görmeye başladılar. 20.Yüzyıl’da ise Osmanlı’nın eski bağlıları olan Kuzey Afrika Müslümanları, Fransa’ya göç ettikçe kendilerini hiç alışkın olmadıkları bir konumda buldular. Artık Müslüman bir ülkenin topraklarında yaşamıyorlardı ama bir şekilde Arap-Müslüman kimliklerini de koruyorlardı. Onların çocukları içinden “ata topraklarından” kopan ama kendilerini doğup büyüdükleri Avrupa’ya da tam olarak ait hissetmeyen kuşaklar yetişti. Bunlar taraf değiştirmese de ‘arafta’, yani ortada kalanlardı. Araftakiler listesine Arapların yanı sıra Türkleri, Boşnakları ve Arnavutları da eklemek mümkün. Bugün ‘arafta’ kalanlardan bir kısmı DAEŞ/IŞİD’e katılarak, Avrupa’da ve Ortadoğu’da silahlı, bombalı eylemlerde yer alıyorlar.
PEKİ YA ÜLKELER?
Hiç şüphesiz Osmanlı-Türk tarihi, ‘taraf değiştirme’ bahsinde tüm bu bireysel ve toplumsal örneklerin ötesinde bir yere sahip. Osmanlı, Avrupa karşısında adım adım gerilerken tarihte eşine zor rastlanır bir hamleyle rakibinin medeniyeti tarafına geçmeye karar verdi. Elbette bu gönüllü bir tercih değil, yok olma tehdidine karşı zoraki bir önlemdi. Mısır’ın, Suriye’nin, Irak’ın akıbeti de farklı olmadı. İran ise 1979’daki “İslam Devrimi” ile taraf değiştirenler kervanında farklı bir şekilde yer aldı.
Bugün Ortadoğu’da, hatta Avrupa’daki Müslümanlar arasında yaşanan pek çok bunalımı, kültürler arasındaki ‘taraf değiştirme’ başlığı altında okumak mümkün. İçinden geçtiğimiz çatışmalar ve savaşlarla dolu dönem, Ortadoğu’da hemen herkesi taraf seçmeye zorluyor. Ne var ki bu durumun çaresi ise ne mutlak taraf olmak, ne de arafta kalmak olmamalı. Türkiye’nin daima kendisi kalarak ‘köprü’ olabilmek şansı var. Söylemesi kolay, başarması ise çok zor… Ama bu zorlukları aşmak, Türkiye’yi gelecekte bugünden çok daha iyi bir konuma taşıyabilir.
Paylaş