Paylaş
Sezar, M.Ö. 49 yılında Roma Cumhuriyeti’nin ‘diktatör’ü yani ‘sözü buyruk sayılan olağanüstü yönetici’si seçilmişti. İzleyen 5 yıl içinde hem tarihe geçen, hem de siyaseten kendi sonunu hazırlayan bir dizi karar aldı. Yeni bir anayasa hazırlattı. 600 olan senatör sayısını 900’e çıkararak desteğinden emin olduğu sıradan vatandaşların, taşradan gelenlerin senatör olmalarını sağladı. Tabii bu ‘alt sınıfların siyasi varlığı’ Romalı soyluları allak bullak etti. Siyasi kararlarının tavizsiz uygulanması ve asayişin sağlanması için bir polis teşkilatı kurdurdu. Yöneticilerin görev sürelerine zaman sınırı getirdi. Muhalefet unsuru gördüğü meslek örgütlerini yasa dışı ilan etti. Azalan nüfusu çoğaltmak için 3 çocuk ve fazlasını yapan aileleri ödüllendirdi. Ayrıca iddialı projelere de kalkıştı: Bunlardan biri Roma’da dev bir ibadethane inşa edilmesiydi. Daha büyük limanlar; Kartaca ve Korint’e sıfırdan kentler kurulmasını istiyordu. Ama belki de en önemli projesi Ege ve Adriyatik’i birbirine bağlayacak olan Korint Kanalı projesiydi. Peki ama Sezar nasıl olup da cumhuriyetin en güçlü ismi olmuştu?
DİN ADAMLIĞI YERİNE SİYASET
M.Ö. 100 yılında doğmuştu Romalı Galius Julius Caesar. Onu 16 yaşındayken din adamı yapmak istediler. Ama politik çalkantılar engel olunca askere yazıldı. Seferden dönüşte alt sınıfların mahallelerinde yaşadı. Yüksek hitabet yeteneğini ve güçlü sesini kullanarak insanları davalarda savundu. Görevli gittiği ordu birlikleri seferlerden başarıyla döndükçe o da siyasette adım adım ilerliyordu. Kamu arazilerinin fakir halka dağıtılmasını önerdiyse de Senato’da kabul ettiremedi. Tabii Roma Cumhuriyeti’nin seçkin sınıfı, onun bu hareketini hiç mi hiç sevmedi. En iyisi onu başkentten uzak tutmaktı. Galya’nın yani bugünkü Fransa’nın yerel yöneticisi oldu. Burada üst üste kazandığı zaferlerle, adamları ve halk tarafından daha çok sevilirken üst sınıfların tedirginliği artıyordu. Pompey’in yönetimindeki Senato, “görev süren doldu, artık silahları bırakıp Roma’ya dönme zamanı” dedi. Oysa aldığı istihbarat, bunun kendisini ortadan kaldırmaya yönelik bir komplo olduğunu söylüyordu. Gözü kara adamdı... Askeri birliklerinin başında, “ok yaydan çıktı bir kere” diyerek Roma’ya yürüdü. Bu, bir iç savaş ilanıydı. Pompey ve adamları Roma’dan kaçtı. Sezar kovaladı ve zafere Mısır’da ulaştı: Gitti, gördü, yendi! İşte bu zaferlerden dönen Sezar, kendince tüm rakiplerini yenmiş ve Senato tarafından ‘diktatör’ ilan edilmişti. Hatta 5 yıl sonra bu ünvan ‘ebedi diktatör’ olarak yenilendi. Senatörler Sezar’a unvan üstüne unvan verip hoş tutmaya çalışsalar da aslında aleyhindeki ittifak gizlice güçleniyordu: Sezar ortadan kaldırılmalıydı! Tabii bunun için Brutus gibi onu destekleyenlerin de ikna edilmesi gerekiyordu. Sezar, Senato’da düzenlenen ve 60 kadar kişinin ortak suikastında, aldığı 23 derin darbeyle hayatını kaybetti! Tabii ortak yanları Sezar karşıtlığı olan ve Cumhuriyet’i diktatörden korumak iddiasıyla bu suikastı yapanlar önemli bir konuyu atlamışlardı: Sonrasını! Kendilerine daha fazla hak ararken savaşçı Sezar’ın taktisyen yeğeni Octavius, Roma Cumhuriyeti’ne son verip Roma İmparatorluğu devrini başlatacaktı.
NEYSE Kİ...
Tüm bu vahim olaylara bakınca derin bir “oh” çekiyor insan. Ne mutlu ki tam demokratik bir cumhuriyette olduğumuz için birinin diktatör ilan edilmesi düşünülemez bile. Hukuk devletinde kimsenin gizli-saklı hareketlere girişmesi; en güvenilir görülen müttefiklerin “sen de mi Brutus?” dedirtecek biçimde karşı karşıya gelmesi; hele de öyle komplolar kurulması falan söz konusu değildir! Şiddetin her türlüsü bize zaten uzak. Yani, iyi ki 21. yüzyıldayız. Sezar’ın zamanında olsak halimiz yaman olurdu!
Paylaş