Paylaş
II.Viyana Kuşatması, daha doğrusu Viyana Bozgunu üzerinden beş yıl geçmişti. Günümüz Macaristan-Romanya sınır bölgesindeki Lipova’da yaşayan Osmanlılar, endişe içindeydi. Özellikle de kadınlar, çocuklar ve yaşlılar için… Çünkü şehir, Alman askerleriyle, Sırp ve Macar milisleriyle kuşatılmıştı ve düşmek üzereydi. Osman Ağa, şehri savunmaya çalışan genç süvarilerden birisiydi. Şöyle anlatıyordu Haziran 1688’de yaşanan o günü: “Şehrin yetkilileri kadınları, çocukları, diğer akraba ve yakınları gözetmek amacıyla, teslim bayrağı çekilerek ateşkes istenmesini oybirliğiyle kararlaştırdılar… Silahsız kadın ve erkeklerin kaleden dizi dizi çıkışlarını bulunduğum kuleden seyre koyuldum.”* İşte, Osman Ağa’nın tanık olduğu bu göç, aralıklarla 300 yıl boyunca sürecek; savaştan kaçanların sığınağı önce Balkanlar, sonra Anadolu olacaktır.
BÜYÜK SIĞINAK
13.Yüzyıl’da Moğol istilasından kaçanlar… 15.Yüzyıl’da İspanya’dan gönderilen Müslümanlar ve Yahudiler… 18.Yüzyıl’da Rus işgali nedeniyle Kırım’ı terk etmek zorunda kalanlar… Tarih boyunca sığınacak yurt arayanlar, pek çok defa coğrafyamıza vardılar. Müslüman halkların, Doğu Avrupa, Kuzey Karadeniz ve Kafkasya’dan kitlesel göçleri, 19.Yüzyıl’ın ikinci yarısında doruğa çıktı. Bu dönemde Osmanlı toprakları, 2 milyon civarında sığınmacının yeni vatanı oldu. (Bu çok yüksek bir rakamdır. Örneğin 1850-60 arasında ABD’ye göçenlerin toplamı 1,7 milyondu.) 20.Yüzyıl’da Balkan Harbi ve Dünya Savaşı ile kaybedilen topraklardan milyonlarca kişi göç etmek durumunda kaldı. Tahminlere göre, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, -kabaca- her 3 vatandaştan birisinin kökleri, ülke sınırı dışında kalan topraklara dayanıyordu.
GÖÇMENLİKTEN YERLEŞİKLİĞE
Zamanında Tatarlar, Çerkesler, Dağıstanlılar gibi doğrudan Osmanlı vatandaşı olmayan kitlelerin ülkeye kabulü karmaşık ve zor bir operasyondu. Arşivler ortaya çıkan sorunların çözümüne yönelik yazışmalarla doludur. Kaldı ki Osmanlı uyruğunda olan göçmenlerin yerleştirilmesi bile ‘hassas’ bir meseleydi. Örneğin Osmanlı yönetimi, Balkan Harbi sonrasında Arnavut, Boşnak veya Pomak (Müslüman Bulgar) göçmenlerin Anadolu’da bir bölgeye yığılmamasına dikkat etmiş; belirli oranları aşmayacak şekilde Türk yerleşimlerine serpiştirmeye çalışmıştır. Abhazlar, Gürcüler, Giritliler-Adalılar, Müslüman Rumlar, Müslüman Makedonlar (Torbeşler), hatta Araplar… Türkiye Cumhuriyeti, hepsinin yeni vatanı olsa da Türkçe öğrenip “Türkleşmeleri” zaman almıştır. Üstelik bu süreçte devletin sistematik ve sıkı politikaları yürürlükteydi.
Tüm bu anlattıklarımız ‘eski’ bir dünyanın koşullarında gerçekleşmiştir. Savaşlarla, sürgünlerle, salgın hastalıklarla nüfusu kırılmış Anadolu, bir o kadar daha göçmen gelse dahi kaldırabilecek durumdaydı. 10 yıl boyunca savaş ve yokluk yaşamış halk, 1960’lara kadar etnik kökeni veya dil farkını sorun etmeksizin ortak bir “Türk vatandaşlığı” şemsiyesi altında toplandı. Buna rağmen Kürt kökenli vatandaşların entegrasyonu (Kürt milliyetçilerine göre asimilasyonu) tam olarak sağlanamadı. (Gayr-ı müslim azınlıklar ise ayrı bir incelemenin konusu.)
NASIL OLACAK DA OLACAK?
BM verilerine göre bugün Türkiye’de 4,5 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Bunun 3 milyon kadarını Suriye ve Irak’tan gelenler oluşturuyor. Peki ama nasıl olacak da -gayet kalıcı görünen- bu insanlar, 78 milyonla entegre olup üretken hale gelecek ve mali yük olmaktan çıkacaklar? Hükümetin üzerinde çalıştığı çözüm, bu sığınmacıların adım adım Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı yapılması.
Tabii bu fikir, pek çok soruyu da beraberinde getiriyor. Henüz Kürt kökenli vatandaşlarıyla sorunlarını tam çözememiş bir ülke, vatandaşlarına yüzde 4’lük bir başka etnik grup, yani 3 milyon kadar Arap eklediğinde toplumsal doku ne olacak? 1920’lerde, 30’larda etnik dağılımı ve iktisadi kaynakları denetlemek adına iç göçü sınırlamak, hatta yasaklamak mümkündü. Bugünse böyle bir uygulama söz konusu bile olamaz. Hal böyleyken gettolaşma, bölgeleşme nasıl önlenecek? Bu süreçler dünyanın her yerinde yabancı/göçmen düşmanlığı ve ırkçılıkla sonuçlanır. Bunu önlemek için, örneğin Türkler küçük beldelerde azınlığa düşmekten nasıl korunacak?
Elbette göç alımı bir ülke için dinamizm kaynağı olabilir (bkz. ABD, Almanya, Kanada…). Ancak ABD gibi 325 milyonluk bir devin bile yılda ancak 650 bin kadar göçmeni vatandaşlığa kabul ettiğini unutmayalım. Eğer Türkiye, çok daha kısıtlı kaynaklarla bu kadar yüksek sayıda göçmeni, bu kadar kısa zamanda ‘gerçek vatandaş’ yapmayı başarırsa, insanlık tarihinde yeni bir sayfa açmayı başarmış olacaktır!
*Temeşvarlı Osman Ağa’nın Anıları, (çev. Esat Nermi Erendor), 1998.
Paylaş