Paylaş
Ramazanda türbe ziyaretleri, Osmanlı’dan günümüze uzanan bir gelenek. Ama bu mekânlardaki halk inanışlarıyla tarihi gerçekler her zaman birbirini tutmaz.
OSMANLI döneminde, ramazan ayında, Topkapı Sarayı’ndaki Hırka-i Saadet töreninden daha önce bahsetmiştik. Bu törende, Hz.Peygamber’in hırkasının bulunduğu özel sandık, bizzat padişah tarafından açılıyor, kat kat kumaşla sarılı muhafazasının içinden çıkarılarak ileri gelenlerin ve hanedan üyelerinin ziyaretine sunuluyordu. Saray, I. Ahmet zamanındaki girişimiyle İstanbul halkının da benzer bir ziyarette bulunmasına ön ayak olmuştur.
PEYGAMBER HEDİYESİ
Rivayetlere göre Hz. Peygamber, vefat etmeden önce bir hırkasını, onu hayattayken hiç göremeyen Yemenli Veysel Karani (Üveys, Kareni)’ye gönderir. Veysel Karani, Hz.Ali’nin yanında Sıffin Savaşı’nda şehit olunca (657), Peygamber yadigarı hırka, Veysel Karani’nin erkek kardeşine geçer. Onun soyundan gelen aile, çok daha sonraları Anadolu’ya göç eder ve Kuşadası’na yerleşir. Padişah ise, ailenin bu hırkayla birlikte İstanbul’a gelmesini sağlar. Aile, Fatih’te Yavuzselim Mahallesi’ne yerleşir. Böylece İstanbul, Hırka-i Saadet adı verilen Peygamber hırkasından sonra, Hırka-i Şerif denilen hırkaya da ev sahipliği yapacaktır. Zamanla hırkanın bulunduğu mekân, bir ziyaretgâha
dönüşecek; hatta bulunduğu mahalleye adını verecektir.
HIRKA-İ ŞERİF
I. Abdülhamid, Hırka-i Şerif’in daha rahat ziyaret edilebilmesi için bir oda, Sultan Abdülmecid ise 1851’de bu mekâna bir cami yaptırır; oda büyütülür. Kesin bir devlet protokolü olmamakla birlikte Hırka-i Şerif, halkın ziyaretine -sarayda olduğu gibi- ramazanın 15’inci gününde açılıyordu. Topkapı’daki hırka padişah tarafından açılırken, Hırka-i Şerif’i ziyarete açan Valide Sultan’dı. Devlet erkanının saraydaki ziyaret ardından buraya da geldiği görülmüştür. Osmanlı döneminde hırka ziyareti, ramazanın 3’üncü haftası erkeklere, son haftada ise kadınlara ayrılıyordu.
İLK GÜN ADRESİ
Günümüzde İstanbul’da ramazanın ilk günü, Oruç Baba adı verilen türbe, binlerce kişi tarafından ziyaret ediliyor. Kadınların çoğunlukta olduğu kalabalık topluluk, ilk orucunu burada ekmek ve sirkeyle açıyor. Anlatılanlara göre Oruç Baba, İstanbul’un fethi sırasında askerlere su taşıyan, fakirlikten ekmeği sirkeye banarak iftar eden bir kişidir. Ne var ki, tarihi kaynaklar, bu inanışın türbeyle bağlantısını doğrulamıyor. 2006 yılında, Azmi Bilgin’in bir araştırma makalesiyle ortaya koyduğu üzere, söz konusu türbe, Fatih döneminde yaşamış bir “Oruç Baba”ya değil, 1812’de vefat eden Mustafa Zekayi Efendi’ye aittir. İyi bir eğitim almış ve devlet görevinde bulunmuş olan Mustafa Zekayi, Üsküdar muhafızı Hacı İbrahim Bey’in oğludur. Tasavvuf yoluna girmiş, önce Halvetî dervişi, yıllar sonra da Şehremini’ndeki Ümmi Sinan dergâhının şeyhi olmuştur. Onun yanında ise talebesi Ahmed-el-Mısrî yatmaktadır. Bu Mısırlı sûfinin kabir taşında, ‘ömrünü, ibadet, taat ve oruçla’ geçirdiği yazar. Bilgin’in araştırmasına göre, 1950’lerden itibaren giderek daha fazla ziyaretçi çeken mekana “Oruç Baba” denmesi, işte bu bilginin farklı yorumlanmasına dayanıyor: “Oruç meselesi yanlışlıkla Mustafa Zekayi Efendi’ye mal edilerek... “Oruç Baba” diye anılmasına sebep olmuş, kabrinin bulunduğu yere de “Oruç Baba Türbesi” levhası konmuştur.”
YAŞAYAN GELENEK TÜRBE ZİYARETİ
RAMAZAN kültürünün parçası olarak İstanbul’da Eyüp Sultan, sahabe türbeleri ve Hz. Yuşa’nın kabri başta olmak üzere, Yahya Efendi, Aziz Mahmud Hüdayi, Merkez Efendi, Sünbül Sinan ve Hüsameddin Uşşakî türbeleri, sıkça ziyaret edilen mekânlardandır. Anadolu’dakiler ise saymakla bitmez. Urfa’da Balıklıgöl, Konya’da Mevlânâ ve Sadreddin-i Konevî, Kayseri’de Seyyid Burhaneddin, Nevşehir’de Hacı Bektaş-ı Veli, Manisa’da Yunus Emre, Bursa’da Emir Sultan, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli, Kastamonu’da Şaban-ı Veli, Bolu Göynük’te Akşemseddin, Kars’ta Ebü’l Hasen Harakani türbeleri bunlardan bazılarıdır. Bu listeye, Tarsus’taki Ashab-ı Kehf mağarasını da ekleyebiliriz.
Paylaş