Paylaş
1914-1922 yılları arasındaki ramazanlar, neşeli değil hüzünlüydü. 1923 ramazanında ise kulaklar, Lozan’dan gelecek haberlerdeydi.
I. Dünya Savaşı kaybedilmiş, İstanbul, Rumeli ve Anadolu’nun büyük bölümü işgal edilmişti. İstanbullu Müslümanlar, işgal altında karşıladıkları ramazanda büyük hüzün içindeydiler. 20 yaşında bir genç, ramazan geldiği halde Beyoğlu Ağa Camisi’nde ezan okunmamasından büyük bir üzüntü duymuş ve şu dizeleri yazmıştı:
Havsalam almıyordu bu hazin hali önce
Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce
O genç şairin adı Nâzım Hikmet’ti. Aynı üzüntü Ercüment Ekrem’in (Talu) satırlarında da vardı: “Bu mübarek gecede... Minaresinde çok ağlamış öksüz gözleri gibi sönük duran üç-beş kandil olmasa, Ağa Camisi’nin orada, Beyoğlu’nun en işlek yerde durduğumuzu unutacağız bile.”
Anadolu parça parça işgal edilirken, tüm evlere yayılan hüznü, Ruşen Eşref anlatıyordu: “Seni biz tatlılar, şerefler ve şenliklerle karşılarken, ya şehr-i ramazan... Önüne nihayet böyle kolları düşük, sofraları tatsız, yürekleri acılı ve gözleri yaşlı mı çıkacaktık?” Cenab Şahabeddin ise ramazanı, bu zor günlerde manevi bir sığınak olarak görüp ölüm sonrası hayata benzetiyordu: “Medeniyetin kalpsiz yaşadığı şu elim günlerde biz hiç olmazsa otuz gün gün bütün kalbimizle –tabir caizse- bir hayat-ı ahiret yaşayacağız.”
Mustafa Kemal Paşa ve Meclis görüntülü bir bayram tebrik kartı...
Ankara’da ilk oruç
Durum, Yunan birliklerinin Ege’den İç Anadolu’ya doğru ilerlemesiyle daha kötüye gitse de, 1921 yılında Ankara’da ramazan, milli duyguların yükselişini de beraberinde getiriyordu. “Mukaddes Ankara’dan Mektuplar” adlı eserinde, Mısır Prensesi Kadriye Hüseyin, 9 Mayıs’ta oruç ayının gelişini şu sözlerle anlatır: “Dün, dindarâne bir intizar, heyecanlı bir bekleyiş günü idi. Cengâver şehrin siması değişmiş, Ankara birdenbire vecd içinde sükûta dolan bir şehir oluvermişti... Ansızın, vadide bir top gürledi ve Ramazan ayının başlangıcının ilanını tevekkül içinde bekleyen halk, uzaklarda akisler uyandıran yirmi bir pare top atışını heyecanla dinledi... (Gece yarısı, halkın) davulcunun söylemekte olduğu gayret ve iman sözlerini dinlemek üzere durdukları görülüyordu:
AKILLAR LOZAN’DA
“İslamiyet’in müdafileri, uyanınız, yarın ramazandır! Bildiğiniz gibi henüz harp halindeyiz. Yarınki oruca hazırlanınız. Açlık duyduğunuz zaman mukaddes vatan topraklarını müdafaa etmek ve kurtarmak için düşman ateşi karşısında yemeden mücadele eden babalarınızı, oğullarınızı, kardeşlerinizi, kocalarınızı düşününüz. Onlar sizlerin burada mukaddes ibadetlerinizi ifa etmeniz için mücadele ediyorlar.”
1923 geldiğinde Anadolu kurtulmuş gibi görünse de İstanbul hâlâ işgal altındaydı. Herkes, Lozan Konferansı’ndan gelecek haberleri bekliyordu. Barış kesin değildi ve savaş yeniden başlayabilirdi. Mustafa Kemal Paşa, ramazanın gelişiyle birliklere şu mesajı geçmişti (sadeleştirerek):
ÇİFTE BAYRAM
“Ordulara rahmet ve mağfiret ayı, bu sene de bizi silah ve vazife başında buluyor. İnayet-i Rabbaniye ile kazandığımız emsalsiz başarıdan sonra meşru haklarımızın temini için devletçe barış girişimlerimizin sonucunu bekliyoruz... Gelişi ile övündüğümüz bu mübarek ayın hürmetine Allah’tan vatanımız ve cümlemiz için selamet niyaz ederken, aziz şehitlerimizin ruhuna Fatihalar ithaf ediyorum.” Buruk geçen Ramazan Bayramı’nda olmasa da, onu izleyen Kurban’da Lozan Barış Antlaşması imzalanacak; ülkede çifte bayram yaşanacaktır. 10 yıldan sonra ilk defa 1924 ramazanı barış içinde geçer. O seneki ramazanın 15’inci gününde ise Türkiye Cumhuriyeti’nin “1924 Anayasası” yürürlüğe girer.
Paylaş