Paylaş
DAEŞ’le savaşan PYD, Kuzey Suriye’de ‘federal sistem’ ilan ederken, talepleri kabul edilmezse bağımsızlıklarını ilan edeceklerini duyurdu. Tüm bunlar olurken, Türkiye, Kızılay Meydanı’ndan ve İstiklal Caddesi’nden gelen acı haberlerle sarsıldı.
YAN YANA YAŞAMAK
Bosna’dan Basra’ya, Mostar’dan Musul’a uzanan dev coğrafyada, karmaşık bir insan malzemesini idare ediyordu Osmanlı. Farklı etnik kökenler, farklı dinler, farklı mezhepler, hatta yabancılar… Hepsi 400 yıla yakın bir süre imparatorluk çatısı altında, bir şekilde “yan yana” yaşadı. Osmanlı’daki bu çok-renkliliğin en görünür hali ise 19.Yüzyıl’dan itibaren Cadde-i Kebir veya diğer adıyla Pera idi. Bu görünüm, Cumhuriyet’in İstiklal Caddesi’nde 1960’lardan itibaren değişti. Ama 90’larla birlikte yeniden İstanbul’un en kozmopolit merkezi ve şehrin farklılıklara en açık bölgesi oldu. Ayrıca turistlerin de uğrak noktası haline geldi. İşte dünkü bombalı saldırıyı, bu anlamda yan yana yaşamaya, çok renkliliğe, hatta çok sesliliğe yapılmış bir saldırı olarak okumak mümkündür.
YAN YANA ÖLMEK
Bu satırların yazıldığı sırada, saldırıyı henüz üstlenen olmadı; ayrıca saldırganların kimliği ve bağlantıları resmi olarak açıklanmadı. Eğer patlamayı DAEŞ’in uzantıları gerçekleştirdiyse, bunun nedenini anlamak zor değil. Çünkü zaten amaçları, dar tanımlı, tek tipçi bir yaşam biçimini silah zoruyla dayatmak. Bırakın turistleri, kendi tanımlarına uymayanları bile kafir ilan edebilen bir anlayış, haliyle yan yana yaşama deneyimini hedef alacaktır. Nitekim İstanbul’un en fazla yabancı ziyaretçi çeken noktasına yönelik Sultanahmet Saldırısı, tam da böyle bir mesaj taşıyordu.
Eğer İstiklal Caddesi’ndeki son saldırıyı gerçekleştiren PKK’nın uzantıları ise, amaçlar ve sonuçlar hepten birbirine giriyor. PKK’nın yeri geldiğinde öne çıkardığı sloganlardan biri de “halkların kardeşliği” değil mi? İstanbul’un en fazla ‘birlikte yaşanan’ noktasına saldırırken, hangi halkların, hangi kardeşliğinden söz edilebilir? Saldırıda yaralanan yabancı uyruklulara bir bakın: Alman, Dubaili (BAE), İranlı, İrlandalı, İsrailli, İzlandalı. “Türk ve Kürt halklarını”, “dünya halklarıyla” bir araya terör saldırısı mı getirecek yani? Hadi diyelim ki PKK’nın bu saldırıyla ilgisi yok. Peki ya Ankara’daki son Kızılay Saldırısı’na ne diyeceğiz? Patlamada hayatını kaybedenler genciyle yaşlısıyla, erkeği kadınıyla, başı açık – başı örtülü olanıyla, tam bir Türkiye mozaiği değil miydi? (Ayrıca ölenler arasında Kürt kökenli vatandaşların olması da muhtemeldir.) Yani bu saldırı, Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm sosyo-kültürel unsurlara karşı değildir de nedir?
YA İSTİKLAL, YA ÖLDÜRÜRÜM?
Hepimizin bildiği üzere Kürtler, Osmanlı dağılırken bir “Kürt devleti” kurma girişimlerinden elleri boş döndüler. Son yıllarda Arap Baharı, mezhep çatışması derken Kürtlerin bağımsız devlet hayalleri iyiden iyiye canlandı. Bu noktada DAEŞ, Kürt gruplarla savaşırken onlara tarihte hiç olmadığı kadar geniş bir hareket alanı açtı; uluslararası pazarlık imkanlarını arttırdı. Geçen haftaki “bağımsızlık” açıklamaları bunun en açık kanıtı. Dolayısıyla DAEŞ ve Kürt hareketi karşıt kuvvetler olarak ilginç bir şekilde birbirini besliyor. Türkiye ise her iki tarafın ortak hedef tahtasında. Hal böyleyken PKK, şehirlerde egemenlik kurma çabasında. Ama sonuç hep aynı: Daha fazla can kaybı, harap olan şehirler; zorunlu göç ve kesintiye uğrayan hayatlar; artan yasaklar, azalan özgürlükler. Tüm bu koşullar altında, tek tipçi totaliter hareketlerin veya “bağımsız devlet” hayali kuranların terörden uzak durmalarını beklemek, en büyük hayalcilik olsa gerek.
Paylaş