Paylaş
Kuran “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın” derken, İslamiyet hastalıktan korunmayı ve kaçınmayı desteklemiştir. Buna göre insan beden emanetine iyi bakmalı, kendisinin ve başkalarının sağlığını korumalıdır. Örneğin Resulullah hapşırdığı zaman yüzünü elleriyle veya elbisesiyle örter, “yere açık şekilde tükürmeyi” en kötü davranışlar arasında sayardı. Eve geldiğinde dişlerini fırçalar, bu konuda sık sık tembihte bulunurdu. Eller başta olmak üzere beden temizliğinin önemini vurgular ve “Saçı olan ona iyi baksın, özen göstersin” derdi. Ayrıca “Yiyecek ve içecek kaplarının ağzını açık bırakmayınız” diyerek gıda temizliğine dikkat çekmiştir. Tüm bu ilkeler, çoktandır gelişmiş ülkelerde temel sağlık kuralları olarak benimsenmiş durumda. Ne var ki bırakın 7. yüzyılı, günümüzde bile dünyanın pek çok ülkesinde bu standartları sağlamak için yeterli koşullar mevcut değil.
SU MEDENİYETİ
Eski devirlerde İslam coğrafyasında insanların “hijyen” alışkanlıklarında, bireysel çabanın ötesinde sosyal sınıf, coğrafya, iklim, meslek gibi etkenler önemli rol oynuyordu. Temizliğin olmazsa olmazı temiz suya erişimdi ve suyun şehirlere dağıtılması mühim bir meseleydi. Bu konuda İslam medeniyeti, Roma İmparatorluğu’ndan zengin bir miras devralmıştır. Bent, kemer ve suyolu teknolojisinde önemli bir birikim mevcuttu. Öte yandan Müslümanların suya çok daha fazla ihtiyacı vardı: Evlerin yanı sıra camilerde namaz için düzenli olarak abdest alınması gerekiyordu. Bu ihtiyaç, İslam mimarisinde büyük su projelerinin yanı sıra göz alıcı çeşmeleri ve şadırvanları ortaya çıkardı. Şadırvanlar, abdest alınması için genellikle cami avlularına veya kervansaray bahçelerine yapılmıştır.
ESKİ HAMAM, ESKİ TAS
Yıkanmanın dini bir emir olduğu İslam-Osmanlı medeniyetinde, temizlik için en önemli mekânlardan biri hamamlardı. Hamamlar Osmanlı Türklerinde başlı başına bir gündelik hayat kültürüydü. Çarşı hamamlarının yanı sıra büyük konaklarda dahi hamamlar bulunurdu. Perşembe geceleri ve cuma sabahlarının yanı sıra ramazanda ve bayram arifelerinde hamama gitmek özel bir âdetti. Hatta bazı ramazanlarda hamamda iftar bile edilirdi. Hamamlar, kadınların sosyalleşmesinde de başı çekerdi. Peştamallardan nalınlara temizlik eşyaları arasında elbette sabunun ayrı bir önemi vardı. Bugün olduğu gibi geçmişte de Ege ve Doğu Akdeniz, zeytin ağaçlarının varlığıyla sabun üretiminin çok önemli bir bölgesi olmuştur. Sabun, Osmanlı’da temel bir ihtiyaç maddesi olarak görüldüğünden büyük şehirlerdeki talebin karşılanmasına yönelik kararlar çıkarılır, sabunun üretimi, sevki ve satışı dikkatle denetlenirdi. Sadece başkentin yıllık sabun tüketimi bile temizlik alışkanlıkları hakkında fikir verir. Hamamlar dışında beden sağlığı için ihtiyaç duyulduğunda ayrıca kaplıcalara gidilirdi. “Câmeşûyan” ise Osmanlı sarayında elbiselerin yıkanmasından ve temizliğinden sorumlu görevlilerin adıydı. Çamaşır kelimesinin “elbise-yıkayan” anlamındaki “Câme-şûy”dan geldiği düşünülür. Çamaşırhaneler elbette saray dışında da faaliyet gösterirdi. Kuran’daki “Elbiseni tertemiz tut” ayeti, “Ruhunu örten bedenini, kalıbını temiz tut” anlamında da tefsir edilmiştir. Zaten maddi ve manevi temizlik, ayrılmaz bir bütün olarak görülmüştür. Örneğin manevi terbiyesinde çilesini tamamlayan Mevlevi dervişi hamama götürülür, yıkanıp temiz kıyafetlerini giydikten sonra yeni bir manevi makama geçmiş sayılırdı.
BİR RAMAZAN ARMAĞANI
Hamam ve ramazan kelimeleri yan yana gelmişken, müzik tarihinin en önemli isimlerinden Hamamizade İsmail Dede Efendi’yi de analım. “Dede”liği Mevlevilikten alan büyük bestekâr, babasının hamam işletmecisi olması nedeniyle “Hamamizade” olarak da tanınırdı. Ne var ki güfte mecmualarında ismi çok daha alçakgönüllü bir lakapla, “Derviş İsmail” olarak geçer. Onun “Yine Bir Gülnihal” isimli bestesi günümüzde bile geniş kitlelerce severek dinlenir. İsmail Dede Efendi’nin gelenek olduğu üzere bir ramazanda teravih namazından sonra besteleyip okuduğu ilahi II. Mahmud tarafından çok beğenilmiş, bunun üzerine padişahın isteğiyle ferâh-feza Mevlevî ayinini besteleyip müzik dağarcığımıza armağan etmiştir. Ömrü boyunca gönlünü manevi kirlerden arındırmaya gayret eden İsmail Dede Efendi, 1846’da kolera salgını sonucu vefat etmeden önce son olarak Yunus Emre’nin bir şiirini bestelemiştir: “Yürük değirmenler gibi dönerler/El ele vermişler Hakk’a giderler/Gönül Kâbe’sini tavaf ederler...”
Paylaş