Paylaş
Tabii onlardan önce, Osmanlılarla Kırım Hanlığı vardı. Öncesinde Altın Orda Devleti. Daha da önce Türk kökenli halklardan Hazarların, Bulgarların, Hunların hâkimiyeti...
TOPRAĞIN ALTINDA
Liste geriye doğru böylece uzayıp gidiyor... Öyle ki bir noktadan sonra tüm bayrakların, devletlerin izleri kayboluyor. Yazılar okunmaz, diller işitilmez oluyor. Hatta insanlığın genetik kalıntıları bile siliniyor. Geriye kalan sadece taş toprak. Hani kendisinden gelip kendisine döndüğümüz toprak...
DÜNYA KAVGASI
Herhalde kalıbımız topraktan geldiğinden olacak, insanlar bir türlü toprağa doymaz. Nitekim bunu bilenler “Mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan” demişler. Gelin görün ki silah seslerinin olduğu yerde bilge sözler duyulmaz olur. Ama biz, en zor koşullarda bile sağduyuyu yaşatmaya gayret etmeliyiz. Çünkü hakiki medeniyet, insanlar arasında mal-mülk savaşını değil “selamı”, yani barış ve esenliği yaymaktır.
*
Ve tabii... Eğer en önce gelen en haklıysa şu soruyu da cevaplamak gerekmez mi: Herkesten ve her şeyden önce kim vardı, ne vardı? Ya da ataların ifadesiyle: “Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”
AMA BUNLAR MAVİ GÖZLÜ!
SON savaş, ırkçılığın, ayrımcılığın nasıl derin bir sorun olduğunu bir kez daha gösterdi. Batılı ülkelerdeki yayınlarda kimileri, “Avrupalı, mavi gözlü, sarışın, Hıristiyan” mülteciler görünce “şok olduklarını” anlattılar. Öyle ya, bu bakışa göre... Savaştan kaçan mülteci dediğin siyah saçlı, esmer tenli ya da zenci olur; ayrıca Müslüman olur! Tabii bir de fakir!
*
Yüzyıllar bile geçse Hz. Peygamber’in şu sözünü sık sık tekrarlamak zorunda kalmak ne acı: “Ey insanlar!... Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Arabın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi; kırmızı tenlinin siyah üzerinde, siyahın da kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır (kötülükten sakınmaktadır).”
İSTİLACILAR VE GÖNÜLLERİ FETHEDENLER
DOĞU Ukrayna ve Kırım’da 1230’lardan 1420’lere kadar hâkimiyet süren Moğol Hanlığı, “Altın Orda” adıyla tanınır. Moğol istilalarının İslam medeniyetini nasıl sarstığını duymuşuzdur. Ne var ki bu yıkıcı dalga İslamiyet’i yok edemediği gibi Moğol hükümdarları zamanla Müslüman oldular. Altın Orda hanı Berke gibi...
*
Berke, tahta geçmeden önceki yıllarda Türkistan’a yaptığı yolculuklarda mutasavvıf Seyfeddin Baharzi ile tanıştı. Ondan öğrendiği İslam’a gönlü ısındı ve Müslüman oldu. Ancak bu olayda sıra dışı bir yan vardır: Seyfeddin Baharzi’yi yetiştiren Necmeddin Kübra, Moğol istilasında öldürülmüştü. Yani Baharzi, çok sevdiği, gönülden bağlı olduğu hocasını ve binlerce Müslümanı şehit eden Moğollara kin beslemek yerine, onlara İslam’ı öğretmeyi tercih etmiştir. Peki ama intikam duygusuna yenik düşmeyen bu tavır, böylesine engin bir sabır nereden geliyordu?
DÜŞMANINA BİLE
Hz. Peygamber’in kendisine saldıranlar için beddua etmek şöyle dursun, “Ya Rabbi! Halkımı bağışla. Onlar bilmiyorlar, bilselerdi böyle yapmazlardı” diyerek dua ettiği rivayet edilir. İnsanın düşmanı için bile her şeye rağmen hayır-iyilik dilemesi... Günümüzde hayali bile imkânsız gibi görünüyor. Bu müstesna tavrın, Hz. Peygamber’i sadece sözde değil, özde de takip edenlerce yaşatıldığını görüyoruz; Berke Han-Seyfeddin Baharzi örneğinde olduğu üzere...
SAVAŞA KARŞI BARIŞ
Moğollardan günümüze kadar pek çok örnek var. Evet, güçlü bir ordu, sizi bir bölgenin hâkimi yapabiliyor. Ama köklü medeniyetler, silahların gölgesinde bile varlığını sürdürmeyi başarıyor. Aklıyla gönlünü barıştıranlar, savaş zamanında dahi düşmanlığa son vermeye çalışıyor. Şimdi sıra bizim çağımızda, bizde... Yıkıcılık nereden kimden gelirse gelsin, şu kadim ilkeyi kendimize hep hatırlatmalıyız: “Öldürme yaşat; yok etme var et.” Gerçek medeniyet, insanı ve insanlık değerlerini yaşatma gayreti değil midir?
Paylaş