Paylaş
Aslında uzmanlar, herkesi deniz kirliliği konusunda nicedir uyarıyordu. Ama denizin içine değil sadece yüzeyine baktığımız için bu uyarıları yeterince ciddiye almadık. Gözümüzle görmeden inanamayız ya, bir türlü... Ne zaman ki kirlenme “deniz salyası” olup kıyılarımıza ve yüzümüze vurdu, konu birden gündeme geldi. Tam da 5-11 Haziran Çevre Koruma Haftası’nda, “çevre hastası” Marmara Denizi’nin üzücü halini konuşuyoruz...
HEPSİ BİZİM Mİ?
İnsan denen varlık, kendini dünyanın tek hâkimi ve mutlak sahibi zannetse de durum böyle değil. Yapıp ettiklerimiz, günün birinde ya bizi ya da bizden sonraki kuşakları buluyor. Çevre felaketleri bunun en bariz örneği değil mi? İslam’ın bu konudaki ölçülerine karşın Müslüman coğrafyasında da çevre sağlığının parlak durumda olduğu söylenemez.
ÇÖP BİRİKTİRENLER
Toprağa tükürüp üstünü örtmemeyi dahi kınayan Hz. Peygamber, su kuyularının çevresinde en az 20 metrelik bir boşluk bırakılıp her türlü faaliyetten arındırılmasını istemişti. Ağıllarınsa su kaynağından en az 35 metre uzakta olmasını tavsiye etmiştir. Ayrıca su kaynaklarına ve nehir kenarlarına “abdest bozmanın” yanlışlığını pek çok defa vurgulamıştır. Resulullah’ın “boş sahaları temiz tutun; evlerin iç avlularında çöp biriktirenlerden olmayın” hadisi, pekâlâ “denizlerde çöp biriktirenlerden olmayın” biçiminde okunabilir. Onun sözleri üstünden yaklaşık 1400 yıl geçti. Ama gelin görün ki, kanalizasyon atıkları denizlere, göllere veya nehirlere günümüzde bile kontrolsüzce boşaltılabiliyor.
KÖPÜK GİDERSE
Kuran, “İnsanların kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu (Rum, 41)” der. Ayrıca insanlara şöyle seslenir: “Sel, üste çıkan köpüğü alır götürür... Köpük uçup gider, insanlara fayda veren ise kalır. (Ra’d, 17)” Elbette yüzeyindeki “köpüklü pislik” gittiğinde suyun temizlenmesi, insanın manevi kirlerden arınmasına bir benzetmedir. Nitekim Mevlânâ da bu ayetten hareketle “Suret, denizin üzerindeki köpük gibidir. Mana ve hakikat onun altında gizlidir” demiştir.
*
Hem iç, hem de dış temizlik birlikte olmadan hayatın doğal döngüsü hızla bozuluyor. Çünkü biz “çevre etiği” için davranışlarımızı değiştirmedikçe ne yüzeydeki köpükler gidecek, ne de Marmara ve denizler derinlemesine temizlenecek.
YÜZYILLARIN ÇÖPLÜĞÜ
Fatih Sultan Mehmet, bugün Marmara’yı kaplayan “çöp deryasını” bir şekilde görse, gözünden yaşlar ve dilinden divanındaki şu dizeler dökülür müydü acaba: “Ateş-i gam yakmasa tan mı vücudum şehrini / Gözlerimden gönlüm üstüne iki derya gelir”
*
Aslında Marmara Denizi, kıyı şehirlerinin çöp yükünü yüzyıllardır taşıyor. Örneğin İstanbul ve Üsküdar’da, “arayıcı” adı verilen görevliler, mahallelerden topladıkları çöpleri ayıklar; işe yarayabilecek şeyleri saklar, kalanıysa denize dökerlerdi. İstanbul’da atılan çöp ve molozların Marmara ile buluştukları noktalardan ikisi, Langa veya Odunkapısı civarıydı. Öte yandan şunu unutmamak gerek: O devirdeki atıklar, büyük ölçüde “organik” maddelerden oluşuyordu. Yani bir şekilde doğada çözünüyorlardı.
*
Ancak 19. yüzyıl sonlarına doğru işler değişmeye başladı. Nüfus artarken İstanbul’daki küçük dereler kirleniyor; hatta bazıları kuruyup bataklığa dönüşüyordu. Kanalizasyonun yetersizliği nedeniyle Kasımpaşa, Tatavla ve Yenibahçe dereleri, açık lağım halinde denize akıyordu. Mahallelerde daha fazla çöp birikirken bir yandan da fabrikalar kuruluyordu. Bu dönüşüm, haliyle sağlık sorunlarını tetikliyordu... Örneğin Ahırkapı veya Kız Kulesi açıklarında Marmara’ya bırakılan çöplerin akıntıyla sahile geri gelmesi, kolera, tifo gibi hastalıkların yayılması için bir tehditti. Nitekim 1893-94 yıllarındaki salgında, bu çöplerin römorkörlerle daha açığa bırakılmasına karar verilmiştir. Aynı dönemdeki “çöp dönüştürme” girişimleriyse kaynak yetersizliğinden sonuçsuz kaldı.
*
Elbette zamanla doğada kendiliğinden çözünmeyen yapay (inorganik, sentetik vb.) atıklar da Boğaz’a ve Marmara’ya dolmaya başladı. 1950’lerden itibaren nüfusu hiç durmadan artan dev bir şehrin kanalizasyonu, sanayi ve tarım atıkları, gemi yakıtları biriktikçe birikti... İlk alarmıysa Haliç’ten yükselen kötü kokular verdi. Bugün Haliç, alınan önlemlerle o sevimsiz günleri atlatmış gibi görünüyor. Ancak atık yükünü saklayamayan artık Marmara’nın tamamı! Umarız Haliç gibi Marmara da, elden geldiğince kurtarılır ve “ölü deniz” olma tehlikesini atlatır. Elbette her birimizin bilinçli katkısıyla...
Paylaş