Paylaş
‘Tüm sorunları çözdük de, tek derdimiz tarihin çarpıtılması mı kaldı?’ diyen olabilir. Oysa tarih, öyle sadece geçmişin hikayeleri değildir. Bugüne ve geleceğe nasıl baktığınızdır. Propaganda, dolduruş ve bilim arasında durduğunuz yerdir. Tarih, Türkiye’de giderek ağırlaşan bir pranga gibi… Eskiye göndermelerle, sanki tarihe gömülü yaşıyoruz. Geçmişle sürekli kavga halindeyiz. Yanlış olan ne varsa geçmişten geliyor: Bugün yok, dün var!
Buna karşın tarihten ders almadığımız, birbirinden acı örneklerle ortada. Konu, 21.yüzyılın en büyük maden faciası da olabilir; herhangi toplumsal bir olay da. Her meselede, geçmişi koruma zırhı veya saldırı aracı yapıyoruz. Tarihî verileri çarpıtarak iddialarda bulunuyor ya da gerçeklerin tek bir yanını anlatarak karartma uyguluyoruz.
Bir yıldır bu köşede, gündemin geçmişle bağına değinmeye çalışıyorum. Bu defa çok eskiye gitmeyelim... Son bir yıldan örnekler bile tarihle kurduğumuz sorunlu ilişkiyi ortaya koymak için yeterli.
BİR YILDA YÜZYILLIK TARTIŞMALAR
28 Mayıs 2013’te Başbakan, içki kısıtlamalarıyla ilgili konuşmasında “iki ayyaş” ifadesini kullandı. Modern tarihte belki de en çok bilgi sahibi olduğumuz lider sofrası, Atatürk’ün sofrasıydı. Birinci ağızdan yazılmış hatıralarda, çekinmeden aktarılan en samimi anılarda bile bu çok ağır ifadeyi doğrulayacak dayanak yoktu. Tarih, tartışmalı bir uygulamayı haklı çıkarmak uğruna bir çırpıda “meze” yapılmıştı.
Geçmişi olumsuzlayan bakış açısının bir de tersi var tabii: İyi olan ne varsa eskiden vardı, zamanla yok edildi. Bu doğrultuda, “tarihi ihya etmeyi amaçlayan” bir proje; Taksim Topçu Kışlası’nın AVM olarak yeniden yapımı gündemdeydi. Karşı çıkanlar Gezi Parkı’nda protestolara başladı. Oysa tartışmanın merkezindeki Topçu Kışlası, ne sanıldığı gibi 31 Mart ayaklanmasının simge merkeziydi, ne de yıkılması geçmişten intikam alma amacını taşıyordu.
68 olaylarından ve Taksim Meydanı’nda yaşanmış nice faciadan ders alınmamış ki, Gezi protestolarında güvenlik güçlerinin ölümlere yol açan sertliği de, kimi göstericilerin vandalizme varan yıkıcı eylemleri de malesef engellenemedi.
Bu süreçte ana muhalefet, Başbakan için “diktatör” ifadesini kullanmaya başlarken, Başbakan ise tarihe başvurarak, “diktatör görmek isteyenlerin İnönü’ye bakmaları gerektiğini” söyledi. Siyasetin dilini keskinleştirmenin zararları yakın tarihten pek çok örnekle ortadayken ne iktidar, ne muhalefet, ne de basın bu gerçeği pek umursamadı.
Ağustos ayına gelindiğinde Ergenekon davasının sonuçları açıklanıyor, kararlar Balyoz davasıyla birlikte toplumun önemli kesiminde tepkiyle karşılanıyordu. Aslında bu süreç, köklü değişim isteyen iktidarların, kendinden öncekileri tasfiye geleneğinin yeni bir halkasıydı sadece ve II.Mahmud’dan bu yana inatla tekrarlanıyordu. Tarihten ders alınsaydı, her tasfiyenin bir sonraki rövanş hamlesinin zemini olduğu görülebilirdi.
Türkiye’de bunlar olup biterken Ortadoğu kaynıyordu. Dışişleri Bakanı sık sık ‘Osmanlı’nın tarihî mirası’ndan söz ediyordu ama nedense yakın tarihe pek değinmiyordu. Oysa olan biten açıktı: Bölgede aktif rol üstlenmeye çalışan Menderes Hükümeti için hem Kıbrıs, hem de Mısır, Lübnan, Suriye ve Irak’taki olaylar bir sorun yumağına dönüşmüş; yetmezmiş gibi ABD ve İngiltere ile arasının açılmasına yol açmıştı.
GEÇMİŞTE PATİNAJ
Meclis Başkanvekili, ‘kızlı-erkekli’ eğitime karşı olduğunu açıklarken görüşünü eğitimin Batı’daki tarihine dayandırıyordu. Oysa araştırmalara göre, Osmanlı’da ilköğretimde “kızlı-erkekli” eğitimin yüzlerce yıllık geçmişi vardı.
Kürt sorununun çözümü için atılan adımların doğruluğunu öne sürmek adına, iktidar partisinin bir yetkilisi Türk kimliğinin bile tartışmalı olduğunu ifade ediyordu. “Literatür”le propagandayı birbirine karıştırıyor; 20.yüzyılın terimleri, 11.yüzyılın olayları derken kavram kargaşasına yol açarak sert bir tartışmaya neden oluyordu.
2013’ün son günlerinde yolsuzluk iddiaları ve operasyonlar vardı. Suçlamalarda tarihten alınan “fitne” gibi kavramlar birden hatırlanıverdi. Bu mücadele, Başbakan’ın “haşhaşî” benzetmesiyle zirve yaptı. Oysa pek çok tarihi klişe gibi asıl adı “İsmailî Nizarîlik” olan bu inanç topluluğu hakkında bilinenler de yanlışlarla doluydu.
Neredeyse yarısını geride bıraktığımız 2014’teyse yerel seçim sonuçları muhalefetin geçmişten ders alma ve geleceğe dönük sonuçlar çıkarma konusundaki yetersizliğini meydana çıkardı. Oysa geniş kitlelerin eğilimleri, çok partili sisteme geçildiğinden beri ortadaydı. Tarihin objektif analizi, doğru adımların atılmasını sağlayabilirdi.
YARININ TARİHİ
Geçmişten doğru yararlanmayan sadece siyaset değil elbette. Spordaki gerilim, çocuklara ve kadınlara yönelik şiddet, çevreye ve hayvanlara duyarsızlık, kamu kuruluşlarının da, toplumun da yeterli bilinçte olmadığını gösteriyor. Bu listeye çalışan haklarına ve güvenliğine duyarsız kalan şirketleri de katmalıyız. Ayrıca sosyal medyada dozu artarak süren karşılıklı hakaretler ve galiz küfürler de, bireyler olarak demokratik düzeyimizin göstergesi.
Daha iyi bir gelecek istiyorsak tarihi çok yönlü öğrenmek, bilimsel şüphecilikten ayrılmadan bize en ters gelen ihtimallere bile açık olmak durumundayız. Çünkü bu ülke, tarihi gündelik tartışmalara malzeme yapmaktan bir türlü geleceğe koşamıyor. Geçmiş değiştirilemez. Ama yaşanan acılardan gerçekçi sonuçlar çıkarılarak yarın iyileştirilebilir. Bunu yapmadığımız sürece tarihle ilgilenmek, -en hafif ifadeyle- zaman kaybıdır
Paylaş