Paylaş
Günümüzde ise bir kadın mendilini düşürse duyacağı söz, gayet kuru bir “cebinizden bir şey düştü” olur muhtemelen. Martin Scorcese’nin 19.Yüzyıl sonları New York’unu yansıtan “Masumiyet Çağı” filmini izleyenler hatırlar. Daniel Day-Lewis’in canlandırdığı karakter, Kontes’e (Michelle Pfeiffer) duyduğu aşkla ne çok şeyi feda etmeye hazırdı. Günümüz New York’unda ise böyle bir tutkulu aşığın ‘takıntılı, kafayı yemiş’ damgası yiyerek, kadınları kendinden uzaklaştırması pek sürpriz sayılmaz.
AŞK BİTERKEN AŞKIN TARİHİ
Bu basit örnekler bile, aşkın tarifinin zamanla nasıl değiştiğini anlatmak için yeterli. Nitekim 1970’lerde ‘romantik aşk’ın yerini ‘aşk yapmak’ alırken Avrupa’da ‘aşkın tarihi’ sorgulanmaya başlandı. 1980’lerde George Duby, Jean-Louis Flandrin, Jacques Solé gibi Fransız tarihçiler aşkı, toplumsal yapının bir yansıması olarak ele alıp; sınıf ilişkilerinden cinsiyet araştırmalarına uzanan akademik bir kategorinin kapılarını açtılar. Onların belirlediği çerçeveden Doğu, daha doğrusu Arap-Fars-Türk tarihine bakanların ilk başvurduğu yer, genellikle şiir ve edebiyat olacaktır. Leyla ile Mecnun, Yusuf ile Züleyha, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin gibi aşk hikayelerini yaşatan bu kültür, Ortaçağ Avrupası’na, ‘Romeo ve Juliet’in ‘kara sevda’ temasına ilham vermiştir.
BİR AŞK NESNESİ OLARAK: KAİNAT
Aslında aşk, Doğu kültüründe sadece insanlar arasındaki arzunun değil, aynı zamanda varoluşun temelidir. İbn-i Sina’ya göre “ilk sevgi”, kendi varlığını görmeyi isteyen Allah’ın alemleri yaratmasının nedenidir. Hatta deyim yerindeyse, “Big Bang’in/Büyük Patlama”nın nedeni de bu sevgidir. Bu konuda Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetname’de şöyle yazar: “Hak Teâlâ [kendi nurundan] o ilk cevhere sevgiyle bir bakmıştır [ki] yüzsuyu harekete geçip dalgaları yükselmiştir ve cevherin yüce yüzünden arş-ı azâm vücuda gelmiştir.*” Allah’ın sıfatlarından biri de ‘sevgi’ kelimesinden türetilmiş olan El-Vedûd, yani çok seven ve çok sevilendir. Diğer bir deyişle Yaradan, sevmenin ve sevilmenin kaynağıdır. Yunus Emre’nin “Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü” dizesinde aynı ‘esma’ hissedilir. İbn Arabî’ye göre: “Sevgi bir nispettir, hem Tanrı’yı ilgilendiren, hem insanı / İlmimiz bilmese bile bu ilişkinin sırrını”. İlahi aşk, insanlar arasındaki aşkın dışında değil, onun üzerindedir:
“Sevginin gayesi kavuşturmaktır insanda
Bir teni bir tenle, bir canı bir canla
Oysa Rahman’la kavuşma gayesi ebediliğe ermektir
Çünkü sevginin güzelliği ancak O’nun güzelliğinin parçasıdır.*”
Mevlâna bu durumu bir benzetmeyle anlatır: İnsanın insana duyduğu aşk, çocukların tahta kılıcı gibidir. Çocuk onunla zaman geçirerek öğrenir, büyür. O sayede, büyüyünce gerçek kılıç kullanmaya, yani ilahi aşka hazır olur. Bu düşünce biçiminin bir sonucu olarak Doğu’nun şiirlerinde, masallarında, öykülerinde ve türkülerinde aşk, iki türlü de okunur. Habip, muhabbet, aşık, maşuk… Pek çok kelime ve ifade, hem ‘beşeri’, hem de ‘ilahi’ aşkı anlatacak şekilde çift anlamlıdır.
SEMADAN YERYÜZÜNE İNİNCE
Batı medeniyeti zamanla, kainatın yaratılışındaki ilahî aşk ve tecelli kavramını atomlara, nötronlara, protonlara; ‘ilahî cevherin yüzündeki dalgalar’ı elektromanyetik dalgalara tercüme edip teknolojinin kullanımına açtı. Aynı süreçte, kapitalizm de aşk nesnelerini parayla satılabilir hale getirmekle meşguldü. Günümüzde tüm dünyada, 14 Şubat Sevgililer Günü’nde yüz milyonlarca dolarlık harcama yapılırken artık ne Leyla ile Mecnun’dan söz etmek anlamlı, ne de sevgilisinin bileğinden bir bûse alabilmek için her şeyi kaybetmeyi göze alan kara sevdalılardan. Hollywood artık ‘aşk filmleri’nden umudunu kesmiş görünüyor. Son yıllarda aşkı irdeleyen filmlerin merkezinde yaşlıların olması (Bkz. Michael Haneke, Amour; Andrew Haigh, 45 Years) tesadüf sayılabilir mi? Sinema ve dizi sektörü, artık inatçı çiftlerin sonunda birbirini kabullenmesini hicveden “romantik komediler” ile idare ediyor. Zaten cepten gönderilen ‘çoooook romantik’ emojili mesajların hüküm sürdüğü; hobi kitabı–gezi rehberi tadındaki “ilahi aşka yolculuk” formüllerinin her yerde satıldığı bir dünyada hangi “büyük aşktan” söz edebiliriz ki?
* Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Marifetname”, sadeleştiren Durali Yılmaz, 2103; İbn Arabi, “İlahi Aşk”, çev. Mahmut Kanık, 2003.
Paylaş