Paylaş
Türkiye genelinde milyonlarca öğrenci için öğrenim evde. Bilgisayarı-interneti, tableti olanlar şanslı. Ama bazıları tek bilgisayarı paylaşmak zorunda. Kimileriyse sadece televizyon ekranı karşısında... Sonuçta hem öğrenciler, hem de aileleri için oldukça farklı bir süreç. Bilgisayarı veya interneti olmayanların durumuysa hepten zor. Elbette eski zamanlarda hiç internet, radyo-televizyon yoktu ama yine de “uzaktan eğitim” yapılırdı.
‘AT-POSTA’ DEVRİNDE
E-posta atmak henüz icat edilmemişken, yani posta atları işbaşındayken, uzaktan eğitimde mektup “teknolojisi” kullanılırdı. Bu, kitaptan öğrenmekten biraz farklı bir yöntemdi. Çalışacağı malzeme öğrenciye belirli aralıklarla gönderilir, öğrenci de sorularını yazılı olarak sorardı. Bu tür uzaktan eğitimin tarihçesi genellikle 1840’lı yıllarda İngiltere’deki uygulamalardan başlatılır. Gerçekten de o dönemde modern anlamda uzaktan eğitim canlanmış, 1870’lerde Amerika’da “hanımların evde sistematik eğitimini” hedefleyen okullar bile açılmıştı. Hatta öğrenci-öğretmen mektuplaşmasının posta hizmetlerinin gelişimine önemli etkisi olduğu söylenir. Ne var ki “uzaktan eğitim” 19. yüzyıldan çok daha eski devirlerde de mevcuttu.
İslam medeniyetinde mektuplaşma önemli yer tutmuş, hatta bir öğrencinin güzel mektup yazabilmesi başarı ölçütlerinden olmuştur. Bu geleneğin bir boyutu da öğretmen-öğrenci arasındaki “uzaktan eğitim” amaçlı mektuplardır. Bunlar medreselere gönderilen sorulara yanıt şeklinde olabildiği gibi, hoca-talebe arasındaki düzenli yazışmalar da olabilirdi. Mektup-dersler, kervanlara veya o şehre giden yolculara teslim edilerek öğrencilere ulaştırılırdı. Söz konusu mektuplar zamanla toplanıp risale/kitap biçiminde çoğaltılmış ve önemli bir yazı biçimine dönüşmüştür. Hatta “mektubat” türü kitaplar, sonraki kuşaklar için ders kitabı, başvuru aracı olmuştur.
İSTER SARAYDAN İSTER EVDEN
Hz. Peygamber, kadınlara dini konuları bizzat anlatır, Mescid-i Nebevî’de kadınların eğitimine ayrılan bölümü zaman zaman ziyaret edip ders verirdi. Bu örneğe karşın kadınların eğitimi okul binalarından ziyade evlerde devam etmiştir. Dolayısıyla evde/uzaktan eğitim, kadınlar için çok kıymetliydi. Hatta en yüksek düzeyde eğitim imkânına sahip saray kadınları bile bu yöntemden yararlanmışlardır. Bunlardan birisi, Hindistan’daki Babürlü İmparatorluğu’nun en görkemli devrine tanıklık etmiş olan Cihanârâ Begüm’dür (ö.1681). Annesi Mümtaz Mahal, babası ise karısının hatırasına İslam mimarisinin en müstesna eserlerinden olan Tac Mahal’i yaptıran Şah Cihan idi. Cihanârâ sarayda aldığı nitelikli eğitimin ötesinde erkek kardeşinin büyük hayranlık duyduğu Molla Şah Bedahşî’nin (ö.1661) talebesi olmak için mektuplaşmıştır. (Yeri gelmişken Bizans prensesi Irene Eulogia Palaiologina’nın da (ö.1360), manevi eğitimi için aynı yolu izlediğini söyleyelim.) Bu örnekler sadece saraylardaki kadınlara mahsus değildi tabii. Örneğin tarihçi Cemal Kafadar’ın Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nde tespit edip yayınladığı defter, bir kadınla hocasının 1641-43 yılları arasında yazılmış mektuplarını içerir. Talebenin adı Üsküplü Asiye Hatun, onun yazdıklarını yorumlayıp manevi gelişimi için yol gösteren hocası ise bir başka şehirdeki Muslihüddin Efendi’dir.
‘İNSANLAR YAZIŞA YAZIŞA’
MEKTUPLAŞMA sadece “uzaktan” eğitimde değil inanç tarihinde de önemli rol oynamıştır. Örneğin Hz. Süleyman’ın Saba Melikesi Belkıs’a mektup göndererek onu dine davet ettiği, hem Tevrat’ta hem de Kuran’da geçer. Benzer şekilde İncil’in önemli bir bölümü Aziz Pavlus, Petrus ve Yuhanna’nın çeşitli topluluklara yazılmış mektuplardır: ‘Romalılara Mektup’, ‘Efeslilere Mektup’...
*
İslam medeniyetinin mektup geleneği, Hz. Peygamber’in devlet başkanlarına gönderdiği inanca davet mektuplarına dayanır. Sonraki dönemlerde Hasan-ı Basri gibi âlimler mektuplarında, hem devlet yöneticilerine tavsiyelerini dile getirmiş, hem de diğer alimlerle görüş alışverişinde bulunmuştur. Bunlar içinde Ebu Said-i Ebü’l-Hayr ile İbn Sina’nın mektuplaşması meşhurdur. İbn Sina, bu bilimsel yazışmalar ardından “Benim bildiklerimi o görüyor” derken Ebu Said de “Benim gördüklerimi o biliyor” demiş, böylece aklın ve gönlün aynı noktada buluşabildiğine vurgu yapmışlardır.
Paylaş