Paylaş
Günümüz Türkiye’sinde her 4 kişiden 3’ü şehirlerde yaşıyor. Hal böyle olunca, yolda yürürken arabanın doludan zarar görmemesi, bodrum katını su basmaması vb bizim için çok önemli. Son yıllarda, her türlü sıra dışı hava koşulunu küresel ısınmaya bağlamaya pek meraklı olsak da elbette bu tür olaylar sadece çağımıza özgü değil.
*
Ebû’l-Ferec İbnu’l-Cevzî’nin (ö.1201) anlattığına göre 1159 yılında Bağdat’taki yumruk büyüklüğündeki yoğun dolu yağışı, pek çok köyü yıkıma uğratmış, evler yerle bir olmuş hatta yazarın harabeye dönen evindeki kitaplar bile yok olup gitmiştir. 1173 yılındaki bir başka dolu yağışı, pek çok insanın ölümüyle sonuçlanmıştır. Eski eserlerde verilen bazı dolu büyüklükleri abartılı gibi görünse de modern ölçümler boyu 20 santime, ağırlığı 1 kiloya varan dolu tanelerini ve günler süren dolu fırtınalarını kaydetmiştir. Osmanlı’da devletin resmi yıllık raporu olan salnamelerde de bu tür doğal afet kayıtlarına sıkça rastlanır. “Ceviz büyüklüğündeki” dolular ve taşkınlar, ekinlerin, meyve bahçelerinin mahvına sebebiyet veriyor; hayvanların telef olmasına ve özellikle yaz aylarında görüldüğünde kuraklığa yol açıyordu.
BİZDEN ÖNCE TUFAN
METEOROLOJİ ne kadar ilerlese de doğanın gücü karşısındaki gücümüz hâlâ sınırlı. Zorlu hava koşulları günümüzde tarım, hayvancılık, inşaat, ulaşım gibi “açık hava” faaliyetlerini ciddi şekilde etkiliyor. Bugünkü yetersizliğimizi düşününce, bizden çok daha az imkâna sahip atalarımızın “doğal afetler” karşısındaki ruh halini tahmin etmek zor değil. Tufan adıyla genellediğimiz yıpratıcı doğa olayları, insanı doğanın üstündeki hâkim güç hakkında düşünmeye sevk etmiştir. Çünkü “tufan” bir kere başladı mı, insanların dua ile Allah’a sığınmak ve tevekkül etmek dışında yapabilecekleri bir şey yoktu.
*
Tufan, hemen her coğrafyada, her devirde ve sayısız inanışta karşımıza çıkan bir motiftir. Örneğin Avustralya yerlilerinin mitolojisinde bir kurbağa tüm suları içer. Susuz kalan diğer canlılar kuraklıktan kurtulmak için kurbağayı güldürmeye karar verirler. Onların şakalarına dayanamayıp koca bir kahkaha patlatan kurbağanın ağzından çıkan sular, dört bir yanı kaplayan büyük bir sel felaketine dönüşür. Türk kültüründeyse sarsıcı atmosfer olayları, pek çok defa “yerle göğün kavgası” biçiminde betimlenmiştir.
*
Farklı inançlardaki tufan anlatılarının ortak noktası “kaos-yeniden yaratılış” vurgusudur. “Her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi?” ayetinde olduğu üzere su, hayatın kaynağı olarak görülür. Ayrıca yağmur “rahmet, bereket” olarak tarif edilir. Ancak aynı su, sele, doluya tufana dönüştüğünde hayatın ve bir devrin sonudur. Tufan, köhnemiş olanı önüne katıp siler süpürür; böylece bir devir kapanır ve yeni bir çağ başlar.
‘HAVALI YÜKSEK’ BİLİMLER
İSLAM medeniyetinde meteoroloji, “asar-ı ulviyye” adıyla bilinirdi. Yüksek, yüce anlamındaki “ulvî” kelimesi, aynı zamanda gökle ilgili, atmosferik olayları anlatmak için de kullanılırdı. İnsanlık hava olaylarını takip ettiğinde bunların döngüsel olduğunu görmüş, bu nedenle bunları kayda geçirmiş, hatta yüz yıllık takvimler hazırlamıştır. Nil, Dicle, Fırat gibi büyük nehirlerin yağışlar sonucunda hangi mevsimlerde kabaracağı bilinse de uydu görüntülerinin olmadığı çağlarda net bir tahminde bulunmak zordu.
*
Müslümanların atmosfer olaylarını anlama çabasında Aristo’nun ‘Meteorologica’ adlı eseri önemli yer tutar. Bu eser, 800’lü yılların başlarında Arapçaya tercüme edilmiştir (ki bir kopyası, bugün İstanbul’daki Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir). Aristo ve öğrencilerinden devralınan antik bilgiler, Kindî (ö.866) tarafından geliştirilmiş, Kindî modern bilime ilham veren görüşler ortaya koymuştur. Bunlar arasında genleşme kanunu, alçak hava ile yüksek havanın yer değiştirmesi, gökyüzünün aslında renksiz olup mavi-lacivert gök renginin güneş ışığının kırılması ve yansımasıyla oluştuğu gibi bilgiler yer alır. Ebu Hanife Dineveri (ö.895) ise ‘Kitâbü’n-Nebât’ adlı eserinde hava koşullarının bitkiler ve tarım üstündeki etkilerini ele almıştı. Fârâbî, İbn Sînâ, İbnü’l-Heysem, İbn Rüşd ve Bîrûnî de meteoroloji hakkında yazdılar. Ayrıca ansiklopedik İhvan-ı Safa risalelerinin dördüncüsü de aynı konu hakkındadır ve ‘Tabiatın Mahiyetine Dair’ başlığını taşır. Tüm bu çalışmalar Avrupa’ya taşınmış, meteorolojinin gelişiminde önemli rol oynamıştır.
Paylaş