18 Ocak 2009
YouTube’a erişim, iki mahkemenin kararı ile aylardır yasak. Gerekçe, YouTube’da bizim için kutsal sayılan değerlere hakaret içeren bazı videoların bulunması. Herkesin bildiği gibi YouTube’a getirilen bu erişim yasağı ’hikaye’...
Başbakanımız da dahil hepimiz YouTube’a elimizi kolumuzu sallaya sallaya giriyoruz.
Olan Türkiye’nin imajına oluyor. Bugün YouTube’a erişim yasağı getirmek gibi ’dahiyane’ bir uygulamayı sadece İran, Çin gibi birkaç ülke keşfedebilmiş.
Kutsal değerlerimize hakaret içeren videolar nedeniyle getirilen bu yasağın bir başka boyutu daha var. Bu yasak sayesinde, artık o kutsal değerlerimize YouTube üzerinden hakaret etmek daha da kolaylaştı.
Yani, internetin mantığını, işleyişini idrak edemeyen Türk yargısı ile bu işlerden sorumlu olan İletişim Daire Başkanlığı el birliği ile Atatürk düşmanlarının ekmeğine yağ sürüyor.
DAKİKADA 13 SAAT VİDEO
YouTube, dakikada 13 saatlik video görüntüsü yüklenen dünyanın en büyük internet video paylaşım sitesi. Bugüne kadar YouTube’da bizleri rahatsız eden videolar belirlendiğinde, Türkiye’deki YouTube avukatlarına bu durum bildiriliyordu.
Avukatlar da İngiltere’deki YouTube yönetimine bu şikayetleri iletiyordu.
Ve o görüntülere Türkiye’den erişim birkaç saat içinde YouTube tarafından engelleniyordu.
YouTube’un tamamına değil, sadece hakkında şikayet olan o görüntülere sansür uygulanıyordu.
Sonra, bizi yönetenler YouTube’u yönetenlerden, ’O videolara erişimi engellemeniz yetmez, silin onları’ talebinde bulundu.
YA HİNTLİLER AYAKLANIRSA
Biz Türkler için son derece normal olan bir şey, bir başka ülkede yaşayanlar için ayıp, günah veya hakaret olabilir mi? Evet olabilir. YouTube’a salçalı bifteğin nasıl pişirileceğiyle ilgili bir video yükleseniz, inekleri baş üstünde tutan Hintliler, ’kutsal değerlerimize saldırı var’ diye ayağa kalkabilir mi? Kalkabilir. Siz YouTube’u yönetseniz, Hintliler’e hak verip tüm inek eti ile yapılan yemek tariflerini sitenizden kaldırır mıydınız? Herhalde kaldırmazdınız.
İşte bu ’kim için neyin hakaret olduğu’ sübjektif olan internet gibi bir platformda, YouTube yönetimi de rahatsızlıkları gidermek için, o videolara, şikayetçi olan ülkeden erişimi engelliyor. Ama bizim internet cahili yöneticilerimizi bu tatmin etmiyor ve ’Çıkarın o videoları’ diye diretiyorlar.
Bununla da kalmıyorlar, YouTube’a, ’Gel Türkiye’de ofis aç, kayıtlı kuyutlu çalış’ diye tutturuyorlar. YouTube dünyada sadece 20 kadar ülkede ofis açmış. Bu ülkeler de ofis yatırımı için gereken maliyeti karşılayabilecek kadar YouTube için reklam harcaması yapılan ülkeler. Yani Türkiye, ticari olarak YouTube’un ofis açması için akıllıca bir yatırım alanı değil.
BU SORUN ARTIK ÇÖZÜLMEZ
Bundan sonra YouTube için Türkiye’de ofis açmak kolay değil. Çünkü belli ki, bu ülkenin otoritesi ofisi açtığında kulağına yapışacak ve "Sitene koyduğun şu videoları tamamen kaldır" diyecek. YouTube’a erişim sorununun çözüleceğini beklemek artık tamamen hayal.
Artık eskiden olduğu gibi, Türkiye’yi rahatsız eden videolara erişimin engellenmesi konusunda YouTube’tan talepte de bulunulmuyor. Çünkü aslında hepimizin girmeye devam ettiği YouTube ’güya’ kapalı... Böyle olunca da, Türkiye’ye ve bizim değerlerimize hakaret etmek isteyenler artık istedikleri videoları YouTube’a gönderiyorlar ve karşılarından şikayetçi olan bir Türkiye yok. Bizi yönetenler, başlarını kuma gömmüş, sorunu çözdüklerini zannediyorlar.
Türkiye’nin koyduğu erişim yasağı sayesinde ne oldu?
Türkler çok basit yöntemlerle eskisinden daha fazla YouTube’a girmeye başladı.
Ve artık bizden YouTube’a resmi şikayet gitmediği için, Türkiye’yi sevmeyenler istediklerini daha rahat yapıyor.
Bu kafa ile ’Arama sonuçlarında bize hakaret ediliyor’ diye Google’ı da kapattırıp internet tarihine geçeriz.
Başbakan’ı dinleyelim biz de girelim
Hindistan’a doğru giden Ata uçağının koridoru... Başbakan Tayyip Erdoğan gazetecilere CHP’nin türban yaklaşımını samimi bulmadığını anlatırken, "YouTube’a girerseniz, aynı partinin toplantılarına başörtülülerin dahi sokulmadığını görürsünüz" dediğinde, gazeteciler hatırlatıyor, "Ama YouTube’a giriş yasak?" İşte o anda beklenen icazet Erdoğan’dan geliyor: "Ben giriyorum, siz de girin."
Başbakanımız nasıl bir yöntem ile YouTube’a giriyor bilmem. Muhtemelen o da bunu bilmiyor. "CHP videolarını izleyeceğim" dediğinde bilgi işlem bölümünden gelenler Erdoğan’ın bilgisayarına gerekli müdahaleyi yapmışlardır.
Gerçekten, "Ya ben bu YouTube’a niye giremiyorum ki" gibi bir dert edindiyseniz, bundan kurtulmanın en kolay yollarından biri internette kimliğinizi gizleyen siteler. Bu konuda önerim www.dtunnel.com. Sizi YouTube’unuza kavuşturacak bir başka formül ise, bilgisayarınıza internette kimliğinizi gizleyen bir yazılım yüklemek. Bunların en popülerlerinden biri "Ultra Surf. www.ultrareach.com adresinden, Ultra Surf’u bilgisayarımıza yükleyip Başbakanımızın gösterdiği yolda yürümenin hazzını hissedebiliriz. İşte ’ben niye giremiyorum’ diyenlere çözümler. Her şeyi olduğu gibi, YouTube’u da devletten beklemeyelim.
TEKNOLOJİ EFSANELERİ
EFSANE En iyi bilgisayar mouse’u optik lazer olanlardır.
GERÇEK Her zeminde çalışan ve en hassas mouse eski toplu olanlardır.
Yazının Devamını Oku 11 Ocak 2009
İngilizcesi, Radio Frequency Identification. Kısaltması RFID. Türkçe karşılığı, radyo frekansı ile tanımlama. Yıllardır günlük hayatımızda olan ama farkına varmadığımız teknolojilerden biri. Marketten aldığımız birçok ürünün, satın aldığımız bir CD’nin üzerinde var. Genellikle mağaza farelerine karşı alarm sistemlerinde kullanılıyor.
RFID etiketleri aslında küçük birer radyo vericisi. Böylece üzerine yapıştırılan ürünün, bu radyo sinyallerini okuyabilen cihazlarla izlenebilmesini ve tanınmasını sağlıyor.
Aktif ve pasif olmak üzere iki çeşidi var. Aktif ile kastedilen üzerinde radyo sinyalini göndermesi için enerji veren bir çeşit pil sisteminin de bulunması. Pasif olan ise sinyali, okuyucunun kendisine gönderdiği enerji ile üretiyor.
Aktif etiketlerin, ürünün satın alındığı mağazadan çıkarken ’öldürülmesi’ yani enerjisi kesilerek sinyal veremez hale getirilmesi gerekiyor.
Kasada ödemenizi yaptığınızda bu işlem de yapılıyor. Eğer kasiyer öldürme işlemini atlarsa, girdiğiniz bir başka mağazada ’tırtıkçı’ muamelesi görebilirsiniz.
FUTBOL GEYİĞİ BİTİYOR
RFID teknolojisi futbol severler ile futbolu yorumlayıp para kazanmayı sevenleri yakından ilgilendiren bir değişime neden olacak.
Bu RFID etiketleri, futbolcuların forma, şort, kramponlarına yapıştırılıyor. Aynı etiketten topa da bir tane yerleştiriyorsunuz. Futbol sahasının belli noktalarına da, futbolcuların ve topun üzerindeki RFID etiketlerinden gelen radyo sinyallerini okuyacak alıcılar bulunuyor.
İşte bu manzara, bizim futbol geyiklerimizi, futbol yorumcularının da işlerini tehdit ediyor. Çünkü bu birkaç etiket, "ofsayt, top çizgiyi geçti mi geçmedi mi, yok abi nerden baksan 30 metreden vurdu" gibi tartışmalara son noktayı koyacak.
Artık bu RFID etiketleri sayesinde topun ve futbolcuların ne yaptığı en ufak hata payı olmadan bilgisayarlar tarafından izlenebilecek.
Nike ve Adidas, RFID teknolojisine sahip spor malzemeleri konusundaki hazırlıklarını tamamladı bile. FIFA da bu teknolojinin futbol sahalarında nasıl kullanılabileceği konusunda bir çalışma başlattı.
Yakın zamanda bu çalışmanın sonuçlanması ve RFID teknolojisinin futbol karşılaşmalarında kademeli olarak kullanılmaya başlanması bekleniyor. Büyük bir ihtimalle de ilk olarak karşılaşmalarda kullanılan toplarda bu teknoloji denenecek.
HAKEMLERE DE YAPIŞTIRILACAK
RFID etiketleri hakemlerin kullandığı giysilerde de bulunacak. Böylece, hakem performanslarının değerlendirilmesinde daha sağlıklı istatistikler kullanılacak. Hakemin maç boyunca topa ve pozisyonlara olan uzaklığı gibi. Bazı futbol kulüpleri de taraftarlarına RFID etiketli kartlar vermeyi planlıyor. Bu kartlar stadyumlara girişlerde kullanılabilecek.
Aslında RFID teknolojisi ile yapılmak istenen bu elektronik izleme ve tanımlamanın özel kameralarla da yapılması mümkün.
Ancak, dünyanın hiçbir yerinde maçın yayın hakkını satın alan şirketler, stadyumlarda kendi kameraları dışında kameraların çekim yapmasına izin vermiyor.
Ben futbolda hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın, tartışma kültürümüzden bir şey kaybetmeyeceğimizi düşünüyorum.
Nereye etiket yapıştırırsanız yapıştırın, hiçbir teknoloji, beni pazartesi sabahı Galatasaraylı arkadaşlarıma "haybeye aldınız yine maçı" diye takılma zevkinden mahrum edemez.
Öldürmeden de savaşılabilir
İsrail, tıp, genetik ve askeri teknolojiler konusunda dünyanın en ileri ülkeleri arasında. Filistin’e açtığı savaşta öldürebilmek için hangi teknolojileri kullandığını yeterince bilmiyoruz. Bilinen bir şey var ki, İsrail öldürmeden de savaşabileceği teknolojiye sahip.
’Elektronik bomba’ adı verilen ve kısaca ’e-bomb’ diye adlandırılan bir teknoloji bu. Yıllardır ABD’nin ve İsrail’in de aralarında bulunduğu bazı ülkelerde bu savaş teknolojisi var.
E-bomb, yaydığı yüksek elektromanyetik dalgalar ile canlılara, yapılara ve eşyalara zarar vermiyor. Ancak, pilli kol saatlerine kadar içinden elektrik akımı geçen herşey kullanılamaz hale geliyor. Kimileri e-bomb’un etkisini, en az 200 yıl önceye, elektriğin henüz keşfedilmediği yarı karanlık dönemlere geri dönüş olarak tanımlıyor.
Radyolar, telsizler, telefonlar, otomobiller, tanklar, uçaklar, savunma sistemleri herşey devre dışı kalıyor.
Yüksek elektromanyetik dalga ile telefon ve elektrik kabloları ısınıyor ve hayat duruyor. Savaş, karşı tarafı etkisiz hale getirmek ise kimsenin tırnağına bile zarar vermeden bunu yapmak mümkün. Eğer istenen buysa.
TEKNOLOJİ EFSANELERİ
EFSANE: Mikrodalga fırınlarda pişirilen yiyeceklerin yapısı bozulduğu için zararlıdır.
GERÇEK: Bu fırınlar, moleküllerin titreşerek ısı üretmesini sağlar. Yiyeceklerin yapılarını bozmaz.
Yazının Devamını Oku 13 Haziran 2005
<B>BİLGİ</B> teknolojileri sektörünün önde gelen araştırma şirketi IDC, son raporunu Tayvan’daki Computex’de açıkladı. Rapora göre, spyware adı verilen casus yazılımlar bilgi teknolojileri sektörü için en büyük risklerden biri haline geldi. Spyware’ler, sanayi casusluğunun da yeni silahı oldu.
DÜNYANIN ikinci büyük bilgi teknolojileri fuarı olan Tayvan’daki Computex’de, spyware olarak adlandırılan casus programların bilgisayar sistemleri için en büyük tehlikelerden biri haline geldiği uyarısında bulunuldu. Bu casus yazılımlar, kullanıcılardan habersiz bilgisayar sistemlerindeki her türlü bilgiyi istenen yere gönderiyor.
DÖRDÜNCÜ BÜYÜK TEHLİKE: Dünyanın en önemli bilgi teknolojileri araştırma kuruluşlarından International Data Corp. (IDC) en son istatistiklerini Taipe’deki Computex’de açıkladı. Buna göre, spywara bilgisayar sistemleri için virüsler, insan hataları ve internet solucanlarından sonra dördüncü büyük tehlike haline geldi.IDC baş analistlerinden Alan Tsao, casus yazılımların internete bağlanan herkes ve her boyuttaki şirket için giderek güçlene bir risk olduğunu söyledi.
100 PC’NİN 67’SİNDE VAR: IDC’nin araştırmasına göre, her 100 bilgisayardan 67’sinde spyware adı verilen bu casus yazılımlar bulunuyor. Spyware’ler genelikle internetten indirilen bedava programlarla birlikte veya e-postalar ile bilgisayarlara yerleşiyor. Ve bilgisayarlara yerleştikten sonra, kendisini programlayanın istediği herşeyi yapabiliyor. Eğer bilgisayarınıza bir spyware yerleşmiş ise, internette yaptığınız tüm bankacılık işlemlerinin şifreleri, en gizli belgeleriniz, e-posta yazışmalarınız başkalarının eline geçebiliyor.
305 MİLYON DOLAR: IDC’nin yaptığı araştırmaya göre, casus yazılımlarla mücadele etmek için 2004 yılında dünyada 26 milyon dolarlık harcama yapıldı. Bu rakamın 2008’de hızla büyüyerek 305 milyon dolar seviyesine çıkacağı tahmin ediliyor. Casus yazılımlarla mücadele etmek için piyasada sayısız ücretli ve ücretsiz program bulunuyor. Ad-Aware, bu yazılımlar arasında en tanınanı. Bu programınkişisel kullanılan versiyonu ücretsiz olarak dağıtılırken, şirketlerde kullanılan versiyonu için düşük bir ücret ödemek gerekiyor.
SANAYİ CASUSLUĞU: Casus yazılımlar, şirketler arasındaki sanayi casusluğunun da önemli silahlarından biri haline geldi. Rakip firmalarda çalışan insanların birbirlerine gönderdikleri e-postalara yerleştirilen casus programlar, şirketlerin en gizli bilgilerininin, personel yazışmalarınının rakip firmaların eline geçmesine neden olabiliyor.
Voip artık cebe de girdi
KISACA Voip olarak adlandırılan Voice Over IP yani internet üzerinden ses iletişimi teknolojisi mobil hale geldi. Gtek’in ürettiği bu cep telefonu, mobil bir kablosuz ağ telefonu özelliği taşıyor. Telefon, kablosuz ağ bağlantısı olan yerlerde internet üzerinden görüşme yapılabilmesine olanak sağlıyor. Eğer bulunulan ortamda kablosuz ağ erişimi yoksa, telefon standart bir cep telefonu gibi de kullanılabiliyor.
Toshiba I-Pod’a rakip oluyor
APPLE’ın dünyada mobil müzik teknolojilerinde devrim olarak nitelendirilen i-Pod’una en ciddi rakip Toshiba’dan geldi. Toshiba’nın gigabeat adlı ürünü geniş yüksek çözünürlüklü ekranı ve özellikleri ile i-pod’a ek bazı özellikleri de kullanıcılarına sunabiliyor. Yakında Türkiye’de de satışa sunulacak olan gigabeat’in 20 ve 60 GB kapasiteli iki modeli bulunuyor.
Trekking’de kaybolmaya son veriyor
TAYVANLI Lapiac Technology tarafından geliştirilen bu küçük cihaz, hem GPS, hem GSM hem de GPRS özelliğine sahip kişisel bir yer bulucu. S-911 adlı cihaz, özellikle trekking yapan doğa meraklıları ve görme özürlüler için tasarlandı. Cihaz belli aralıklarla gönderdiği sinyaller ile kullanıcısının yerini istenen yere bildirebiliyor. Ayrıca, acil durumlarda GSM şebekesi üzerinden acil servis ile sesli iletişim kurulmasına olanak sağlıyor.
Dünyanın ilk şişme jetski’si
ASTONE adlı firma, dünyanın ilk şişme jetski’sini Tayvan’daki Computex’de vitrine çıkardı. Ocean FX Scooter adlı bu ürün 75 kilo ağırlığa kadar olan herkesi taşıyabiliyor. Saatte 4 kilometre hız yapabilen şişme jetski’nin üzerinde şarj edilebilir bir akü bulunuyor. Ağırlığı sadece 10 kilo olan bu ürünün satış fiyatı 300 dolar civarında.
Yazının Devamını Oku 9 Nisan 2005
<B>HÜKÜMETİN</B>, ithalatta başlattığı CE uygulamasında yeni bir kriz çıktı. Dış Ticaret Müsteşarlığı, AB dışından ithal edilen ürünlerin üzerindeki CE logosunun en az 5 milimetre olmasını isteyince, CE’ye uygun olduğu halde üzerine bu ölçelerde CE logosu basılamayan teknolojik yedek parçalar gümrüğe takıldı. 15 gündür ürün çekemeyen çok sayıda firma iş yapamaz hale geldi. HÜKÜMET’in Avrupa Birliği (AB) dışından ithal edilen elektronik ürün ve komponentlerle ilgili getirdiği CE zorunluluğunda yeni bir kriz patlak verdi. Dış Ticaret Müsteşarlığı, AB dışından ithal edilecek ürünlerin üzerindeki CE logosunun en az 5 milimetre olmasını isteyince, boyu 5 milimetreden küçük olduğu için üzerine bu ölçelerde CE logosu basılamayan teknolojik yedek parçalar gümrüğe takıldı.
Yaklaşık 15 gündür başta bilgisayarcılar olmak üzere tekstil ve elektronik gibi sektörlerdeki çok sayıda firma kilitlendi. Bilişim Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜBİSAD) Yönetim Kurulu Başkanı Erol Bilecik, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Sanayi Bakanlığı ve Türk Standartları Enstitüsü’ne (TSE) başvurarak, uygulamadaki bu sorunun giderilmesini istedi.
KOMEDİ GİBİ:
Bilgi teknolojileri sektörü, 5 milimetrelik CE logosu uygulaması nedeniyle, gümrüklerde garip uygulamalarla karşı karşıya kalıyor. TSE Tamim’inin 12’nci maddesinde, 5 Mart 2005’de yapılan düzenleme ile AB dışından gelen ürünlerin üzerinde CE logosu yoksa, üretici veya üreticinin yetkilendirdiği temsilci tarafından düzenlenen ‘CE Uygunluk Belgesi’ ve ürünün CE’ye uygun hale getirileceğine dair taahhütname ile bu ürünlerin ithalatına izin veriliyor. Yani, üzerinde CE damgası olmasa bile, AB dışından gelen ürünler bu maddeye uygun beyan ile Türkiye’ye sokulabiliyor. Ancak, Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın ‘CE logosu 5 milimetreden az olamaz’ şeklindeki düzenlemesi ile burada ‘komedi’ başlıyor. Gümrükler, üzerinde CE olmasa uygunluk belgesi ve taahhütname ile Türkiye’ye soktuğu ürüne, üzerinde 5 milimetreden küçük CE damgası varsa bu kez giriş vizesi vermiyor. TÜBİSAD, 4 Nisan 2005 tarihinde konuyla ilgili makamlara gönderdiği ‘CE işareti taşıması gereken ürünlerin ithalatına ilişkin Dış Ticarette Standardizasyon Tebliğinde değişiklik talebi’ konulu yazıda, şöyle dedi:
ÜRÜN ZATEN 5 MM’DEN KÜÇÜK:
‘Dünya standartlarında üretim yapan birçok Bilişim Üreticileri firmaları, ürettikleri ürünlerde CE işaretlemesi 3.5-4.0 milimetre boyutunda olması sebebiyle, dünyaca kabul görmüş yüksek kalite teknolojilerine, tüm uygunluk test raporları ve deklarasyon belgeleri olmasına rağmen ithaline izin verilmemektedir. CE işaretlemesi ölçüsünün küçültülebileceği ifade edilmesi ve ürünün dış ambalajında CE işareti bulunmasını tanımlamasının dikkate alınması, ayrıca ithalatçılara kolaylık sunmak için hazırlanmış olan son tamim’in beraberinde getirdiği olumsuzluğun giderilmesi hususunu önemle arz ederiz.’ Bilgisayar sektörünün temsilcileri, ithalattaki CE uygulamasının özellikle kalitesiz Uzakdoğu mallarına karşı doğru bir önlem olduğunu, ancak ‘5 milimetre kuralı’ gibi uygulamalarla, CE’ye uygun ürünlerin de önünün kesildiğine dikkat çekiyorlar.
Türkiye Gümrük Vergisi kaybediyor
CE konusundaki sıkıntılar nedeniyle, çok sayıda firma AB dışından ithal ettiği ürünleri Türkiye yerine önce Almanya veya İtalya’ya indiriyor. Burada sadece beyana dayalı olarak serbest dolaşım belgesi (ATR) alınabiliyor. Böylece, gümrüklerde sıkıntı yaşamadan ATR belgesi alan Türk ithalatçılar, bu ürünlerin vergilerini de Türkiye yerine Almanya ve İtalya’ya ödüyorlar. ATR belgesi alan ürün, Türkiye’ye gümrüklerden ‘yeşil hat’tan, rahatça giriyor.
CE nedir
CE (Community Europe) işareti, Avrupa Birliği’nin, teknik mevzuat uyumu çerçevesinde 1985’te benimsediği Yeni Yaklaşım Direktifleri kapsamına giren ürünlerin bu direktiflere uygun olduğunu ve gerekli bütün uygunluk değerlendirme faaliyetlerinden geçtiğini gösteren bir işaret. CE işareti, ürünlerin, amacına uygun kullanılması halinde insan can ve mal güvenliği, bitki ve hayvan varlığı ile çevreye zarar vermeyeceğini gösteren bir işaret niteliği taşıyor.
5 milimetrelik CE hangi sektörleri vurdu?
Bilgisayar
Elektronik
İnşaat
Tekstil
Enerji
Toprak sanayi
Finans
Kaçakçılık hortladı
GÜMRÜKLERDE 15 gündür yaşanan sıkıntı, elektronik ve bilgisayar piyasasında ‘çantacı’ olarak adlandırılan kaçakçıların ekmeğine yağ sürüyor. Pekçok bilgisayar komponenti ve küçük elektronik donanımın artık yolcu beraberinde küçük çantalarla Türkiye’ye sokulduğu belirtiliyor.
Yazının Devamını Oku 27 Mayıs 2004
TÜRKİYE’nin e-dönüşüm için attığı en önemli adım olan MERNİS projesinin 32 yılda oluşturulan bilgi bankası için 18 aydır ‘acil durum yedeği’ kurulmadı. Herhangi bir doğal afet veya terörist saldırı, nüfus hizmetlerini onlarca yıl geriye götürecek. TÜRKİYE’nin e-devlet konusunda attığı en önemli adım olan Merkezi Nüfus İşlemleri Sistemi’nin (MERNİS) 18 ay geçmesine rağmen, ‘acil durum’ yedeği alınamıyor. Bu yüzden 32 yılda oluşturulan elektronik ortamdaki nüfus bilgileri doğal afet, terörist saldırı gibi risklerle karşı karşıya. Bu risklerden birinin gerçekleşmesi halinde, Türkiye dünyayı yakalamayı çalıştığı e-yaşamda onlarca yıl geriye dönecek.
Milyonlarca dolar harcanarak oluşturulan MERNİS bilgi bankası, bir doğal afet veya terörist saldırı sonucu yok olursa, bu bilgilerin yerine konulacağı acil durum yedeklemesi yapılmadığı için, nüfus işlemlerinde bilgisayardan yeniden kağıt, kaleme devrine dönülecek.
İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü, üzerinden 18 ay geçmesine rağmen daha acil durum yedeklemesi için ihaleye bile çıkmadı. Böylece Türkiye’nin elektronik ortamdaki en önemli birikimi, 2-3 milyon dolarlık bir harcama yapılmadığı için kaderi ile baş başa bırakıldı.
PLANLAMA YOK
Dünyada, büyük şirketlerde bile ana bilgisayar sistemlerindeki verilerin, o şirketlerin bulunduğu binalardan çok uzak bir yerde yedeklemesinin yapıldığını belirten uzmanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 milyonu aşkın Türk vatandaşı ile ilgi nüfus bilgilerinin saklandığı MERNİS için acil durum yedeğini almamasını, planlama hatası ve ‘bilgisizlik’ olarak değerlendiriyorlar.
Acil durum yedeklemesi için, ana bilgisayarın bulunduğu yerden uzak bir bölgenin seçilmesi gerekiyor. Örneğin çoğunun merkezi İstanbul’da bulunan bankaların bilgi işlem merkezlerinin yedeklemeleri, İzmir’de oluşturulan bir merkezde yapılıyor. Bankaların ana bilgisayarlarındaki bilgiler, uydu hattı ile İzmir’deki bu merkeze aktarılıyor. Böylece, doğal afet, savaş ve terörizm gibi durumlarda, yerine konması çok zor olan ve değeri para ile ölçülemeyecek bu bilgiler güvencede tutulabiliyor. Acil bir durumda, İzmir’deki bu merkezden bankaların ana bilgisayarlarına çok kısa sürede kaybolan bilgiler yeniden gönderilebiliyor.
HSBC yerine ya MERNİS olsaydı?
2003’ün Kasım ayında İngiliz merkezli HSBC Bank’ın Genel Müdürlüğü önünde bomba yüklü bir araç patlamıştı. Patlama büyük can ve mal kaybına neden olmuştu. HSBC’nin merkezi bilgisayar sistemlerinin de bulunduğu binadaki patlamaya rağmen, Acil Durum yedeği sayesinde banka tüm hizmetlerini aksatmadan yürütmüştü. Bu olay, HSBC yerine Ankara’daki MERNİS projesinin merkezinde gerçekleşseydi, Türkiye’nin elektronik ortamdaki nüfus bilgileri yok olacaktı.
MERNİS ile TC Kimlik No da biter
MERNİS projesi, Türk vatandaşının kamu hizmetlerini daha etkin ve hızlı almasını sağlayacak bir e-devlet altyapısı sunuyor. Projenin en önemli işlevi ise yaşayan ve yaşamayın toplam 100 milyonu aşkın Türk vatandaşına verilen TC Kimlik No. Bu numara sayesinde Türk vatandaşları, nüfus, pasaport gibi pek çok devlet hizmetini çok hızlı alma imkanına kavuştu. Acil durum yedeği hálá olmayan MERNİS’in ana bilgisayarlarının bulunduğu binaya zarar gelmesi halinde, Türkiye herhangi bir yere yapılacak en büyük terörist saldırının vereceği zarardan daha büyüğü ile karşı karşıya kalacak.
AIDS’li ile bile bile birlikte olmak gibi
TÜRKİYE’nin en büyük bilgi teknolojisi kuruluşlarından ve sistem entegratörlerinden birinin CEO’su, MERNİS projesinin acil durum yedeğine sahip olmamasını, ‘AIDS’li olduğunu bile bile biri ile cinsel ilişkiye girmeye’ benzetiyor. Bu yönetici, ‘Televizyonlarda haber programlarında AIDS’li insanlarla ‘bize bir şey olmaz’ diyerek birlikte olan cahil insan davranışınının bir benzerini hükümet MERNİS konusunda gösteriyor. Bir tabanca ile bile, Türkiye’yi bilgi çağından, 1970’lere döndürmek mümkün’ dedi.
‘Acil durum yedeği’ ne demek?
İNGİLİZCESİ ‘disaster recovary’ olan acil durum yedeklemesi, bilgisayarlarda saklanan bilgilerin, o bilgisayarların bulunduğu fiziki ortamdan uzak bir yerde yedeğinin alınması anlamına geliyor. Yedeklemede, genellikle ana bilgisayarların bulunduğu ilden başka bir il veya bölge tercih ediliyor. Yani Ankara’daki MERNİS bilgilerinin, İç Anadolu dışındaki bir bölgeye kurulacak merkezde yedeklenmesi gerekiyor. Böylece, ana bilgisayarların bulunduğu yerde yaşanabilecek bir doğal afet, terörist saldırı gibi olaylarda, bu bilgisayarlarda zarar görebilecek bilgiler güvenceye alınabiliyor.
Erdoğdu: 2005’te ihaleye çıkarız
İÇİŞLERİ Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürü Cengiz Erdoğdu, MERNİS için acil durum yedeği ihalesine 2005 yılında çıkılacağını açıkladı. MERNİS yazılımını da değiştirilmesinin planlandığını söyleyen Erdoğdu, şöyle konuştu:
‘Bu nedenle biz hem yazılım değişiminin, hem de acil durum yedekleme sistemini 2005 yılında yapmaya karar verdik. Hatta ODTÜ’den bizi inceleyen uzmanlar, bu acil durum yedeğinin mobil olmasını önerdi. Uydu bağlantılı bir TIR ile bu yedekleme yapılabilir. Bu olursa, acil durum yedeği çok daha güvenli olabilir.’
Yazının Devamını Oku 8 Mayıs 2004
AVRUPA’dan Çin’e uzanan geniş bir alandan izlenen Turksat uydularının tanıtımının yapıldığı yayının dil seçenekleri için ayrılan kanal dini yayın yapan Dost FM’e kiralandı.Yurtdışından Turksat uydusunun tanıtımını ana yayın dili dışında dinlemek isteyen, Kuran ayetleri ve ilahilerle karşılaşıyor.
TÜRK Telekom, Fransız Alcatel ile kurduğu Eurasisat şirketindeki hissesini artırıp, şirket merkezini de Monako’dan Türkiye’ye taşıdıktan sonra uydu yayıncılığında benzerine az rastlanır uygulamalar da hayata geçti. 42 derecedeki Turksat uydularının tanıtımının yapıldığı EAS Promo (Eurasisat Promo) kanalındaki iki dil seçeneğinden biri, dini yayın yapan Ankara merkezli Dost FM’e kiralandı. Böylece, Avrupa’dan Çin’e kadar geniş bir alandan izlenen EAS Promo’yu İngilizce dinlemek isteyenler bir süredir Kuran ayetleri ve ilahilerle karşılaşıyor.
Dijital uydu yayınlarında, bir kanal ana dili dışında, farklı dillerde de izlenebiliyor. Dijital uydu alıcısı olanlar, o kanalın üzerine geldiklerinde ekranda o kanalın birden fazla dilde yayın yaptığını gösteren bir işaret çıkıyor. Ve uydu alıcısının mönüsünden o kanalın diğer dildeki yayını seçilebiliyor.
TANITIM KANALI
Turksat uyduları da fırlatıldıktan sonra, EAS Promo adı verilen bir kanal, Turksat uydularının teknolojisini ve frekanslarını tanıtmak için ayrıldı. Ve 2003 Ekim ayına kadar, yani Turksat uydularının işletmecisi olarak Fransız Alcatel Space ile Türk Telekom ortaklığında kurulan Eurasisat şirketinin merkezi Monako’dan Türkiye’ye taşınana kadar uydunun tanıtım kanalı tek dil seçeneği ile yayın yaptı.
Şirketin merkezi Türkiye’ye taşındıktan kısa süre sonra, EAS Promo kanalını izleyenler, ekranlarında bu yayının birden fazla dil seçeneği olduğunu gösteren işaret ile karşılaştılar. Turkast uydularının tanıtımını başka bir dilde dinleyebilmek için dil seçeneğini değiştirenlerin karşısına artık yayınının büyük bölümü Kuran ayetleri ve ilahiler olan Dost FM’in programları çıkıyor.
Böylece, örneğin bir İngiliz Londra’daki evinde Turksat uydusunun tanıtım kanalını kendi dilinden izleyebilme umudu ile farklı dil seçtiğinde, uydunun yapım ve fırlatılış aşamaları veya Türkiye’nin tanıtımı için çekilen filmin fonunda Kuran ayetleri veya ilahileri dinliyor.
ÖRNEĞİ YOK
Eurasisat yetkililerinin ‘para kazanmak için yaptık’ dedikleri bu uygulama uydu yayıncılığında türünün tek örneği. Bazı özel TV kanalları kendi radyo yayınlarını benzer şekilde taşıyabiliyorlar. Ancak uydunun resmi sahibi ve işletmecisinin kendi tanıtımı için ayrılan ve dünyaya yayın yaptığı kanal üzerinden kendine ait olmayan bir radyonun yayınına yer vermesi ilk kez karşılaşılan bir uygulama.
Eurasisat: Para kazanmak için yaptık
HİSSELERİNİN yüzde 75’i Türk Telekom’a ait olan Eurasisat’ın Satış Direktörü Ahmet Zeki Demir, Turksat uydularının tanıtımı için yapılan yayının dil seçeneklerinden birinden radyo yayını yapılmasını şöyle açıkladı:
‘Biz Turksat uydularının tanıtımı için yapılan yayını Ankara Gölbaşında’ki up-link ile yapıyoruz. Bu up-link’in maliyetini karşılayabilmek için de böyle bir uygulamaya gittik. Radyolarla görüştük. Şu ana kadar sadece Dost FM ile anlaşma yaptık. Ayda yaklaşık 1000 dolar karşılığında, Turksat uydusunun tanıtım yayınının dil seçeneği için ayrılan kanallarından birinden bu radyonun yayınını yapıyoruz.’
Fonda dini yayın yapılan kanalda ne var?
TÜRKİYE sahip olduğu 3 uydudan ikisini 42 derece pozisyonunda yörüngelendirdi. Bu yörüngede bulunan Tursat 42 derecede yörüngelendirilen uydulardan birinin adı Turksat 1C diğeri ise Turksat 2A (Diğer adı Eurasisat). Her bir uydunun maliyeti de ortalama 300 milyon dolar civarında. Turksat uydularının tanıtımı için kullanılan EAS Promo kanalında Turksat uydularından yapılan dijital, analog TV ve radyo yayınlarının frekans değerleri akan bir bant yazı halinde veriliyor. Görüntüde ise ‘21’inci Yüzyıl Teknolojisi’, ‘Eurasisat Uluslararası Uydu Operatörü’ sloganları ile Turksat uydularının tekonlojileri anlatılıyor.
Yazının Devamını Oku 17 Nisan 2004
ESCORT Computer’in geliştirdiği FSTATS projesi ile futbol artık herkesin kendine göre değerlendirdiği bir oyun olmaktan çıkıyor. Artık hangi futbolcunun topla kaç saniye oynadığından, kaç kilometre koştuğuna kadar herşey ölçülebiliyor. Galatasaray-Beşiktaş derbisinin olduğu haftada topla 4 dakika 17 saniyeden daha uzun süre oynayan futbolcu yok. GÜNLÜK hayatımızın her alanında kendini hissettiren teknoloji, yeşil sahalarda neler olduğuna artık başka bir pencereden bakma imkanı da veriyor. Teknoloji sayesinde futbol karşılaşmalarının istatistiksel olarak analiz edilmesi, futbolda her kafadan başka ses çıkmasının da önünü kesecek. Artık sahada hangi futbolcunun kaç saniye topla oynadığı, kaç şut attığı, bunun ne kadarının isabetli olduğu hatta kaç kilometre koştuğu bile saniyesi saniyesine ölçülebiliyor. Teknolojinin getirdiği istatistiksel bakış sayesinde artık yeşil sahalarda kimin gerçekten yıldız olduğu, kimin yıldız gibi görünmeyi başardığı da ortaya çıkacak. Örneğin, 28’inci hafta istatistiklerine göre 271 futbolcu arasında topla en uzun süre oynayan 4 dakika 17 saniye ile Fenerbahçeli Tuncay. Escort Şirketler Grubu FSTATS adıyla bir projeyi hayata geçirdi. FSTATS ile her hafta Türkiye Birinci Futbol Ligi’nde oynanan maçların teknik analizlerini gerçekleştiriyor. Tüm maçları yerinde izleyen Escort çalışanlarının elde ettiği bilgiler, merkezi bir bilgisayara aktarılıyor ve çok kısa sürede futbol karşılaşmalarının istatistiksel analizleri alınabiliyor. Bu analizler haftanın önemli maçlarında gerçek zamanlı olarak gerçekleştirilebiliyor. FSTATS’ın istitistiksel sonuçları, futbol karşılaşmalarının artık subjektif kriterlerle değil, gerçek, somut istatistiksel bilgiler ışığında değerlendirilmesine neden olacak. Bunun sonucunda artık bir futbol karşılaşması hakkında spor yorumcularının zaman zaman birbirine taban tabana zıt değerlendirmeleri de tarihe karışacak. NBA ÜSÜLÜ FUTBOLSpor karşılaşmalarının istatistiksel olarak değerlendirilmesinin en yaygın kullanıldığı alan basketbol. Amerika’da tüm NBA karşılaşmalarının gerçek zamanlı istatistiksel verileri elde edilebiliyor. ABD’de dev bir endüstri haline gelen NBA’nin bu yaklaşımı hızla futbolda da yayılıyor. Özellikle Avrupa’da artık teknik direktörler hem kendi takımlarını, hem de rakiplerini istatistiksel verilere göre değerlendiriyor. Özer: Yedek kulübesine bilgisayar koyacağız FSTATS projesinin yeni uygulamaları da önümüzdeki günlerde hayata geçecek. Kurdukları teknolojik altyapının sadece futbol izleyicilerine değil, futbol kulüplerine ve teknik adamlarına da yeni imkanlar sunduğunu belirten Escort Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Özer, şöyle konuştu: ‘Biz artık bir futbol karşılaşması oynanırken de o karşılaşmayla ilgili istatistiksel analizleri gerçek zamanlı olarak yapabiliyoruz. Yeni projemiz, futbol kulüplerinin kullandığı yedek kulübelerine 10 kadar LCD monitör koyarak, teknik kadroların oynanan maç ile ilgili bu verilerden maç sırasında da yararlanmasını sağlamak. Bu proje ile yedek kulübesinde oturanlar sahada oynayan tüm futbolcuların performanslarını eş zamanlı olarak ve her monitörde ayrı bir istatistiği izleyebilecek. Böylece, bir teknik direktör sahada takımını çok daha iyi analiz edebilecek ve takımını başarıya götürebilmek için daha doğru kararlar alabilecek.’Maç boyunca topa hiç değmeyen varESCORT Computer’in FSTATS’ının Türkiye Birinci Futbol Ligi’nin 28’inci haftası için alınan sonuçları, istatistiklerin ne kadar farklı bir bakış açısı getirebileceğini kanıtlıyor. Galatasaray-Beşiktaş derbisinin olduğu haftada oynanan tüm maçlarda 217 futbolcu görev yaptı. 90 dakikalık futbol karşılaşması süresince topla en uzun oynayan futbolcunun elde ettiği süre 4,17 saniye. Bu süre Fenerbahçeli Tuncay’a ait. Tuncay’dan sonra topla en uzun süre oynayan oyuncu 3 dakika 32 saniye ile Çaykur Rizespor’lu Koray.217 futbolcudan 71’i 90 dakika içinde topla 1 dakikanın altında oynamış. 6 futbolcu ise topa hiç değmemiş. 18 futbolcunun ise topla temas süresi sadece 1 saniye.
button
Yazının Devamını Oku 31 Ocak 2004
<B>SABANCI Telekom Yönetim Kurulu Başkanvekili Çağatay Özdoğru, ‘‘Türk Telekom'u özelleştirip, sonra bu sektörde serbestleştirmeye geçmeliydik. Türkiye bu aşamayı kaçırdı. Sağlıksız bir ortama doğru gidiyoruz’’ dedi.</B> 1 OCAK 2004 tarihinde telekomünikasyon sektöründe başlayan serbestleşmede doğru yöntemin izlenmediğini söyleyen Sabancı Telekom Yönetim Kurulu Başkan Vekili ve Genel Müdürü Çağatay Özdoğru, serbestleşmenin Türk Telekom özelleştirildikten sonra hayata geçmesi gerektiğini savundu.
Türkiye'de bugüne kadar bir telekomünikasyon stratejisinin hiç olmadığını belirten Özdoğru, şöyle konuştu: ‘‘Belki oldu ama ne olduğu hiçbir zaman belli değildi. Şimdi örneklere bakalım. Avrupa'da ne oldu? 1 Ocak 1998'de liberalleşme oldu. Ondan önce ve onunla eş zamanlı telekomu özelleştirdiler. Halka açtılar, blok sattılar. Almanya ve Fransa'da blok satış yapmadılar, halka açtılar. İtalya yüzde 100'ünü sattı. Amerika'ya bakıyorsun. Orada bir devlet tekeli yok. ATT'yi böldüler ve ‘‘baby bell’’ adı verilen bir sürü telefon operatörü doğdu.’’
Türkiye'de hiçbir zaman ‘‘acaba bizim özelleştirme ve liberalleşme stratejimiz doğru mu?’’ sorusunun tartışılmadığına dikkat çeken Çağatay Özdoğru, şöyle devam etti:
SAĞLIKSIZ GİDİYOR
‘‘Bizim özelleştirme ve liberalleştirme stratejimiz en doğru ne olmalı? Doğrusu Türk Telekom'u özelleştir, liberalleşmeyi yap ondan sonra da pazar kendi kendine oturtsun. İdeali önce özelleştirme sonrasında liberalleştirme. Türkiye bu safhayı kaçırdı. Türk Telekom'u özelleştirmedi ve 1 Ocak 2004 geldi. Telekom hálá özelleştirilmedi. Sağlıksız bir ortama doğru gidiyor. Bir tarafta devletin olan bir şirket, bir taraftan da pazara yeni oyuncular giriyor. Ama devletin şirketi diğer oyuncularla rekabete girmeye çalışıyor. Bu haksız rekabet unsurlarının oluşması çok doğal. Yanlış bir strateji ile başlandı ve bundan sonra da geri dönme şansı yok.’’
Özdoğru, bundan sonraki süreçte Telekomünikasyon Kurumu'nun çok önemlibir rol üstlendiğine dikkat çekerek, yöntemi yanlış da olsa liberalleşme sürecinde ortaya çıkabilecek sıkıntıları giderecek tek unsurun Telekomünikasyon Kurumu olacağını kaydetti.
Bigalo, 35 milyona 83 dakika konuşturuyor
TÜRKİYE'nin ilk karasal veri iletişim hattı lisansını alan Sabancı Telekom, ilk ses hizmeti Bigalo'yu piyasaya sundu. Sabancı Telekom, Bigalo adı altında çıkartacağı arama kartlarının ilki olan yurtdışından Türkiye'yi hesaplı arama kartı ile kullanıcılarının hayatını kolaylaştıracak. Yurtdışına çıkacak vatandaşlar yanlarına alacakları Bigalo kartı ile yurtdışından Türkiye'yi hesaplı arayacak. Kartın üzerinde bulunan şifre ve ülkelerin servis numaraları sayesinde herhangi bir sabit veya cep telefonundan, bulunulan ülkenin servis numarasını girerek Türkiye ile ekonomik olarak görüşülebilecek.
Sabancı Telekom'un Bigalo kartı ile yurtdışından Türkiye'yi arayanlar önemli ölçüde tasarruf sağlayacak. Örneğin bugün 35 milyon lira ile Almanya'dan bir telefon kulübesinden Türkiye ile 22 dakika konuşulabilirken, bu süre Bigalo ile 83 dakikaya çıkıyor. Aynı para ile ABD'den Türkiye telefon kulübesinden arandığında 35 dakika konuşulabilirken, Bigalo ile yapılan aramada 35 milyon liraya yine 83 dakikalık konuşma yapılabiliyor.
250 ve 100 kontörlük iki çeşit olarak piyasaya çıkan Bigalo ile ilk olarak Almanya, ABD, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya, Kanada, Rusya, İsviçre, Danimarka, Bulgaristan, Mısır, Avusturya, Suudi Arabistan, BAE, Ukrayna, Belçika, Tayland, Yunanistan, Çek Cumhuriyeti ve Çin'den Türkiye'yi aramak mümkün. Kullanıcıların bulundukları ülkede herhangi bir sorunla karşılaşması durumunda 7 gün 24 saat Türkçe hizmet veren çağrı merkezi servisi devreye girecek. Bigalo ilk olarak sınır kapıları, limanlar ve turizm acentelerinden satışa sunuluyor.
Şirketlerin yüzde 87'si internette risk altında
KOÇ.NET'in 1000 şirket üzerinde yaptığı internet güvenlik araştırması sonuçlandı. Buna göre, Türkiye'de şirketlerin yüzde 87'sinin internet sistemleri güvenlik açığı taşıyor. Şirketlerin yüzde 43'ünde ise çalışanların e-postaları üçüncü kişilerle paylaşılabilir düzeyde. Şirketlerin yüzde 56'sı da ana bilgisayarlarındaki tüm bilgilerin çalınması riski ile karşı karşıya. Araştırmaya göre internet güvenliği en zayıf olan şirketler perakende sektöründe, en yüksek şirketler ise enerji ve otomotivde.
İşte Koç.net'in Rizikometre adını verdiği risk ölçüm sisteminin sonucunda Türk şirketleri ile ilgili ortaya çıkan bazı çarpıcı sonuçlar:
Yüzde 87'si farklı düzeyde güvenlik riski taşıyor.
Yüzde 56'sının web sunucu bilgileri kolaylıkla çalınabilir.
Yüzde 43'ünde e-postalar kolaylıkla ele geçirilebilir.
Yüzde 28'inde güvenlik duvarı konfigrasyonunu kötü.
Yüzde 29'unun sistemlerinde çok yüksek seviyede açıklar bulunuyor.
Yazının Devamını Oku