Paylaş
Vardık bir Ramazan ayına daha. İçinden dosdoğru geçer, menzilimize varırız inşaallah hayırlısıyla. Ancak gündemimiz olağanüstü yoğun bu sefer. Dilerim dikkatimizi fazlaca ayartarak bizi bu mübarek ayın manevi çizgisi dışına savurmasın. Belli ki bu senenin tasarımı ziyadesiyle sınav ve dolayısıyla fırsatlar da barındırıyor. Agah(uyanık) olmak lazım!
“Andolsun, biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele!”(Bakara 2;155)
Sınavlar türlü fitneden zuhur ederken, fırsatlar bu fitneler karşısında diline, eline, beline hakim olarak doğru duruşu muhafaza etmekle kazanıma dönüşecektir. Ama maalesef bu mevcut Dünya konjonktüründe adil bir denge ve paylaşım ihtimalinin, barış içinde insanca bir yaşam umudunun yitmekte olduğuna dair alametler artarak ortaya çıktıkça duyulan hayalkırıklığı ve öfke insanları global bir fitne sarmalının içine alabiliyor.
Tam da bu noktada Ramazan ayı bize nefsimizi süfliyattan temizlemek üzere verdiğimiz ahdi hatırlatıyor. İnananlar olarak ortaya koymamız gereken bir incelik, bir güzel ahlak var. Yahut tersinden bakarsak bunlar kimde fazlaysa, kim edepte ilerideyse Hakk’a yakın olup, kendisinden razı olunan ideal insan temsilini ortaya o koyar.. Bugün insanlığa sunabileceğimiz fayda(belki her zamankinden de fazla), medeniyet açısından ihtiyaç bulunan sarsılmaz bir referans noktası olabilmeyi başarmaktır. Herkes fena olsa da bizi öncelikle ilgilendiren; ‘günümüz Müslümanları toplumsal olarak bu idealin neresinde, milletimiz bunun neresinde ve kişisel olarak biz neresindeyiz’dir?
Hamaset, kıskançlık, kin, nefret, kendini beğenme, kibir, gurur, açgözlülük, hırs, gayrimeşru şehvet, tamah, inat, cimrilik, riya, gıybet, yalan, dolandırıcılık, hiyanet, aşırı alınganlık, boşboğazlık gibi hasletler bizi insanlıktan uzaklaştırıp şeytanlaştırır. Bunda hemen herkes hemfikirdir. Yine de bu hastalıklar nasıl olur da bizi zaman zaman(belki sık sık) ele geçirir?
Ele geçirir çünkü tembelce cehalete düşeriz bazen, ele geçirir çünkü isteklerimiz hususunda inatçı, fikirlerimizde iddiacı oluveririz bazen, ele geçirir çünkü razı olmak zor gelir razı olunmayı beklerken. Ele geçirir çünkü birileri elimize -bizce- haklı gerekçeler verir. Hastalığı bulaştırır aslında. Biz de kendi bağışıklık sistemimizi sorgulamak yerine suçlayacak birini bulmuş olmanın rahatlığıyla katılırız hemen o meşum kervana. Herkes kendisine kötülüğü bulaştıran birileri yüzünden kötülük yapmaktadır. Bu sarmalı ilk kim başlatmış, hatırlayan yoktur. İyiler ise kötülük gördükleri halde kendileri kötüleşmeden mertçe bunun karşısında duranlar olur.
“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur”(Fussilet 41;34)
Ramazan-ı Şerif baştan sona bir ibadet ayı, ibadet ise imanla yapılır. Edebi, buna gölge düşürebilecek süfli arzularla savaş, kalbi kirletecek şeylerden sakınmakladır. Tövbe kapısı son ana kadar açıktır. Bu yönde gayret etmemenin özürü bilmem var mıdır? Sınavlar ne kadar çetin olsa da şüphesiz Allah kaldırabileceğimizden fazlasını bize yüklemeyeceğini söz vermiştir..
İmanı korumanın bile başarı olduğu devir gelmişse şayet bu da yine kendimize değil, O’na güvenip sığınmakla olasıdır. Halbuki halimiz şu kıssadaki gibi sanki; Cemaat namaz kılarken kişinin biri namazı bozan bir şey yapmış da, yanındaki hemen uyarmış “aman namazın zayi oldu” diye, onu gören öbürü de karışmış işe; “Sen namazda bunu söylemekle senin de namazın bozuldu” diye(ve böylece hepsi namazlarını bozmuş oldu)… Anlayacağınız bu “ileri” iletişim çağında herkesin üstüne herşey vazife. Ama kendini görmez ne hikmetse!
“İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir”(Ankebut 29;2-3)
Bu ayın belli iyi alışkanlıkları kazandırmak için bir kaldıraç vazifesi gördüğü de söylenebilir. Ki Ramazan-ı Şerif’in güçlü manevi atmosferi bizim göstereceğimiz özen ve gayretle birleşerek yine bize bir ömüre yayılması umut edilen güzel alışkanlıkları kazandırsın. Nitekim bu ayın etkisini bedenimizde bir yer olarak göstermek istesek, sanırım ilk akla gelen karnımız olacaktır. Zira sindirimin kabası burada gerçekleşir ve yeme içme alışkanlıklarımızın değişmesiyle dikkatimizin en fazla bu bölgede olması doğaldır. Keza nefsin merkezi (nefs latifesi) göbek deliğinin hemen altında olarak bilinir ve (Hanefi ve Hanbelilere göre) namaza dururken(ve kimi gelenekte Allah’ı zikrederken de) elleri bu noktada bağlamak efdaldir. Oruç ile alakalandırırsak; bastırdığımız açlığımız gibi görünse de aslında nefsimizdir ve dilerim ki bu kutlu ay vesilesiyle Ruh-u latifimizin hükmü altında artık yerini bilsin. Çünkü toplumsal terakki bireyden başlıyor..
Öyleyse bu Şehr-i Ramazan’da bilhassa fitnelere karşı oruçlu olmaya, her duyduğumuz işittiğimizle -hele aslını iyice bilmeden- galeyana gelmemeye, gıybet etmemeye, her zamankinden daha hoşgörülü olmaya, lüzumsuz şeyleri üzerimize vazife edinerek ona buna büyüklük taslamamaya, haklı davalarda yanlış üslup ve argümanlarla haksız duruma düşüp temsil ettiğimiz değerlere zarar vermemeye, kalp kırmamaya, nifaktan kaçınıp bilakis birleştirici olmaya özen gösterelim ki Ramazan ayının bize olduğu gibi şu sıkıntılı zamanlarda isteyene sığınılacak emin bir ada olabilelim, sınavları fırsata çevirip hayırlayalım vesselam…
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş