Paylaş
O ince uzun, altın sarısı parçan çıktı bu gece karşıma kaç gün sonra ve hatırlattı güzelliğini; söyleyememiştim… Bugün yokluğunda, işte orada, vaktiyle dinlendiğin divanın üzerinde henüz parıldayan izin ve düşündüm; gözlerimin usulca okşadığı dalgalar ne kadar da sendin, ta kendin! Ancak şimdi saç telin burada, sensin ve lakin özlüyorsam hala demek sen yoksun.. Kaç tel bir araya geldiğinde sensin, buradasın diyebilirim, yoksa daha nen gerek; gözlerin, sesin, ellerin? Yok, tüm bedenin de burada olsa yetmeyecek. Sıcaklığın, canın, nefesin… Hayır, ruhun olmadan yalnızca bir gölgesin. Gölgen beni sana taşıyor, güzelliğin Hakk’a… Özlüyorum, özledikçe senle doluyorum. Ah gönlüm, buradasın!
Böylece anlıyorum ‘Rapunzel’ masalındaki saçın hikmetini, hani kız tutsaktır kulede ve uzundur saçları. O kadar ki kendini kurtarmaya gelen yakışıklı prense tırmanması için pencereden uzatır. Tırmanır prens, kavuşurlar. Artık aşklarının tutsağıdırlar beraber. Kötü cadı onları ayırır, prens kör olur ta ki gözleri açılana dek sevgilinin gözyaşlarıyla ve özgür olurlar sonunda, hem yine birlikte. Akıl kulesi, nefs zindanı, saçtan yolları… kontrol cadısı, hasret çölleri, acziyet gözyaşları… Acılıdır hikaye fakat mutlu son nihayetinde aşk çilesini sabırla dolduran prens ve Rapunzele.. Saçma değilmiş bak; sevgilinin bir telinden onun varlığıyla doluyorsa gönül, haydi öyleyse sen de tırmanmaya başla! Aşk kör eder önce amma, içe döner gözlerin belki böylece, yol bulur manasına… Numuneden aslına, damladan okyanusa…
Nereden nereye; muhabbetten Muhammed(sav) hasıl olurmuş ya, “sakal-ı şerif” geldi aklıma! Sahabe, Hazreti Peygamber’in(sav) tek bir saç telinin dahi yere düşmesine müsade etmezmiş. Rivayet edilir ki ‘Topkapı Sarayı Kutsal Emanetleri’ arasındaki ‘sakal-ı şerif’, otantisitesi en kesin, Selman-ı Farısi Hazretleri’nin(ra) Ashab-ı Kiram önünde tıraş ettiği parçasıdır ‘Nebi-i Zişan Efendimiz’in mübarek bedeninin. Bilinen pek çok ‘sakal-ı şerif’ var, kimisi sergileniyor daimi, kimisi önemli günleri ziyadesiyle bereketlendirmek üzere ortaya çıkar. Kırk kat bohça içinden, salavat-ı şerifler eşliğinde; hatırası Habibullah’ın bizleri hallendirir. Esası, O’nun manevi varlığının gönüllere tecellisini ümit ettirir. Hürmetlileri, bir tel olsun vesilelere sıkı sarılmayı düstur edinenlerdir.. Tek tel yol olur aşıkana, nur-u Muhammedi kandil olur karanlıkta yitik hazinesini arayana. İki damla gözyaşına sahralar gülistan olur…
Bazı meşrep Leyla’dan gider Mevlasına.. İbret alınırsa, sevginin her çeşidi irşad edici. Lakin hiyerarşiyi doğru kurmak gerek; arabanı araban gibi, eşini eşin, evladını evlat gibi, Peygamberini Peygamberin, Rabbini Rabbin gibi sevmek… Ve sevmeyi iyi bilmek gerek! Hakk yolunda bir sıkıntı gelse başıma hatırlarım; hani o kadın için vakti zamanında ne sıkıntılara katlanmıştın ya Musa, peki Rabbinin rızası uğruna bundan daha azı yaraşır mı şanına. Hani söz söyletmezdin ya hatununa, o halde Tanrına, Hakk dostlarına edilen kötü söz nasıl daha az dokunur ola onuruna.. Bir gün ibadete çekilmiştim de baktım hırpani kılığıma, ah Musa, sevgilinle buluşmaya gitseydin şimdi böyle mi çıkardın karşısına? O gün bu gündür hoş kokular sürünürüm huzurunda.. Anlıyorum neden eskiden “Allah aşkını arıyorum” diyerek dergaha gelen hevesli yeniyetmelere, “Sen önce bir insan evladını sevdin mi ki bakalım?” dendiğini. Referans noktan yoksa neyle kıyaslayacaksın, nasıl anlayacaksın? Ben böyle öğrendim en hızlı. Ya nasip! O güzellik var ya içini hoplatan, işte bir de onu yaratan var, güzelliğin menbaı olan… Aşkın da ve varolan herşeyin kaynağı, aman Allahım! Seven ve sevilen Sensin, sevgi Sende, Sen sevgidesin! Sübhanallah… Sırsın Ya Sin
Utanılacak hatıralarım vardı, beşeri, mecazi aşkın Allah aşkımın önüne geçtiği; vezir edeceğine rezil etmişti fakiri. Ve bir daha aynı durumlara düşmemek için söz vermiştim kendime. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş ya, daha da sevemeyecektim uzun süre hakkıyla bir eşi. Çünkü vasata taliptim artık korkumdan mazide hiç olmadığım gibi; az çok düzgün biri olsa yeterdi. Ancak öylesi hiç yürümedi. Sevgiye ihanetimi kader kabullenmedi. Evlenmek istedim bir an evvel ama anladı hep karşımdaki, yanlış anladığımı anladılar, bunun ben olmadığımı, anlatamadılar, anlamak istemedim, terk edildim.. Doğrusu Rabbime olan sevgimi hep yetersiz, hep az buldum, üzüldüm, sıkıldım, ve onun üstüne çıkar diye çekindiğimden, sevebileceğim kimselerden gayrı uzak durur olmuştum yahut sevgime ket vurdum. Her “aşk olsun” temennimde meğer kendime yalan söylermişim, sınırlamışım kendi kendimi. Teğet geçti yıllar ilişkilerden, hakettim belki bunu, yalnız kaldım hanemde, gitgide içime kapanmıştım..
Bir süre patinaj sonrasında nihayet şunu farkettim ki eski kalıplar geçerli değildi şimdi, o günler beni bu günüme getirmiş, nihayet geçmişti. Vefasızlık etmemeli, “çok şükür” demeli ve fakat ileri! Yaradan girmişse kulunun gönlüne bir kez, müjdeler olsun; Allah aşkının üzerine artık hiçbir şey çıkamaz değil mi? O halde sevmekten utanma, korkma, “Allah var gam yok”, sen değiştin Musa.. Bundan böyle her sevgi Allah aşkını yüceltici, seven O’nun rızası için, O’nun rızası ile sevgili. Evet beşerim, şaşabilirim de ama risk almaktan korkarsan nasıl bileceksin sınırlarını? Hem kim gönlüne söz geçirebilmiş ki, onun işi sevmek; sevdirenedir teslimiyet.. Sorumluluğunu alacaksın elbet. Marifet, nefsinin çevresine helal dairesinin hudutlarını çizip, sevgilini de aşıklara yaraşır güzellikte sevebilmek olsa gerek…
Velhasılıkelam; sanki başımın üzerine koymuşum da aşkını Ya Rabb ama fakir çömelmiş, büzüşmüşüm yerde onca zamandır ve sızlanıyormuşum, “sevemiyorum, aşkını daha yükseğe taşıyamıyorum” diye. “E kalksana ayağa, elimi tutsana” diyene de “kalkarsam o aşkın üzerine çıkar olmaktan haya ederim, ona tepeden bakamam” demedeymişim. Yahu ahmak, zaten başının üzerindeyse neden endişen, senin kalkman onun da yükselmesi demek! Aynen bu şekilde anladım ki bundan böyle -beşeri da olsa- güzelce sevmek, kalbimin daha da genişlemesi demek, kalbimin genişlemesi demek Rabbimin sevgisine daha fazla yer demek. Az bulup da Allah aşkımı, “bari insanları da onun üzerine geçmeyecek azlıkta seveyim” diyeceğime, “ah! çok sevecek canlar olsa da hayatımda, böylesi Allah aşkımı iyiden iyiye arttıra” diyebilmek.. Ne güzel… Yoksa uydursam dahi kuralına, sevginin vasatıyla iyi bir eş olmam ki kadınıma da, meşrebim değil, gönlümün zinası zulümünde olur artık bu bana. Hamdolsun idrakı veren, yolları açan Gani Sultan’a.. Niyet hayır, akibet hayır. Güven! Bu farkındalıkla aşka yelken açtım yeniden, arsızca. Madem mücerretlik farz değil bize, hepsi yaraşıklı yerli yerince. Beşeri beşer gibi, Samedi Samed gibi… Be hey aşık, çiçek açmaz mısın, bahar çoktandır geldi!
Ve sen çıktın karşıma ey uzak diyarların dilberi. Geldin ve gittin. Tazelendi heyecanım. Dolu dolu sevebileceğimi hissettim bir kadını. Hesapsızca, yeniden, gönülden… Anlayarak, bilerek… “Beşer, ancak geçiciliğini kabullenemeyeni heder eder” diyerek, gerekirse fedakarca vazgeçebilerek… Sevdiklerimizle sınanır olsak da, her halükarda sevmeye değer… Bugün elimde bir tel saçın, düşünüyor, düşlüyorum, vesilenle kah “Mahbub’ul Aşıkin”in hatırasını anıp gülümsüyor, kah içim yanarak “Allah” diyorum. Hamdolsun, insanım!.. İpine tutunmuşum Ya Vedud, Sensin Baki, Seni ve Sana varan tüm yolları seviyorum. Sanırım yolunda gayretini sınadıklarına veriyorsun anahtarı sonunda. Talibinim tüm hatalarımla, günahlarımla… Sonumuz hayrola! Aşıklarının yüzü suyu hürmetine beratimizi diliyor, sonsuz rahmetine sığınıyorum.. Aşk olsun hakikaten! Hu
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş