Paylaş
Fakir de bir grup arkadaşla güzel bir günde seyahat etmedeydik ki yolumuz üstünde hoş, mütevazi bir köy evine isabet ettik. Önünde geniş verandasıyla, ılık güneşin altında, etrafa yaydığı huzurla ne kadar da davetkardı. Durup bir mola verelim dedik. Tatlı mı tatlı, her hücresinden enerji fışkıran bir dede bizi karşıladı güleryüzle. Kısa kesilmiş düzgün, kırçıllı sakalı, kafasında abartısız siyah beyaz sarığı, babacan görünümü ile pırıl pırıl gözlerindeki zeki, bir o kadar da çocuksu ifadeyi birleştirdiğinizde yaşını tahmin etmeniz zorlaşıyordu dedemin. Elli desen olur, altmıştan epey hallice desen de..
Anladım ki Hoca Nasreddin'dir zât-ı âlileri. Seyid Mahmud Hayrâni Hazretleri'nin dervişlerinden. Sevinçliydim. Hep tanışmak isterdim kendisiyle. Nasip olmuştu sonunda. Çok lezzetli vakit geçirdik birlikte. Bize evin etrafını dolaştırdı, ateş yaktık öndeki kırlıkta, sohbet ettik. Baba Erenler'de kibirden eser yoktu asla, her dem samimiydi, hiç büyüklenmedi sohbetimizde, ama her kelimede kafamı aydınlatıyor, içimde derin bir saygı uyanıyor, gönlümü ısıtıyordu sohbetiyle. Onu dost bildim. Yanında kalmaya karar verdim bir süre. Sağolsun kabul etti. Arkadaşlar fakiri orada bırakıp yollarına gittiler. Hiç üzülmedim. Bilakis yerimi bulmuş, mesuttum..
Sade bir yaşantımız vardı. Evin hizmetini görüyordum. İnanılmaz bir sükunet hakimdi hane içine, dolu dolu ve hafif. Az konuşurduk ama himmet akıyordu gürül gürül içime haliyle hallendikçe..
Bir gün, sabahın işleri bittiğinde Nasreddin Efendi kanapesinde istirahat etmedeydi, gazetesini getirdim yanına, iliştim usulca..
- "Sor!", dedi gülümseyerek. Söze girdim;
- "Babacığım, bir menkıben bilir, pek severim, bir de sizin tarafınızdan dinlemek isterim, ne hikmetler gizler, açıklarsanız sevinirim!". 'Anlat' der gibi başını salladı, ışıl ışıl gözlerini kapattı, arkasına yaslandı.. Anlatayım bir daha ki, siz de işitin;
"Filozoflarıyla meşhur Yunan illerinden bir büyük alim filozof gelmiş Anadolu'ya, Türk illerine varmış. Bu filozofun ünü kendinden önce ulaşmış zaten bizim memlekete. Zamanın sultanı adamlarını görevlendirmiş, misafirin en iyi şekilde ağırlanmasını istemiş. Bizim filozofun dileği ise bu diyarda kendisiyle boy ölçüşebilecek bilge kişileri bulmakmış. Ancak bükemediği eli öpermiş. Saraydaki bilgelerin karşısına çıkarmışlar bizimkini, ama münazaralarda hepsini altetmiş kolayca. Eline su dökülemeyeceğinden emin olacakmış artık neredeyse..
Saray alimleri düşünmüş taşınmışlar. Yunan'ın ilmi karşısında ezik kalmamak lazımmış. Lakin en iyilerini mat etmiş herif, neredeyse tüm çareler tükenmiş gibiymiş ki birinin aklına Hoca gelmiş, ne kaybederlermiş artık bu saatten sonra, denemeye değermiş.. 'Bak' demişler filozofa, 'Bizim bir Hocamız vardır, seni haklasa o haklar.. yalnız buradan yol gitmen gerekir, köyünde basit bir yaşam sürer Nasruddin Hoca.. görünüşüne aldanma, biraz acayip, sıradışı bir bilgedir.. ama senin dilini konuşmaz o, bizler de yaşlıyız, gelemeyiz seninle tercümanlık etmeye.. yine de istersen yanına verelim bir mihmandar, var git, görüş; başkaca diyebileceğimiz kalmamıştır bizim'. Yunan filozof heyecanlanmış bu meydan okumaya; 'İlim insanlarının ortak bir dili vardır, eğer gerçek bir alimse dert olmaz lisan misan, haydi, tez yola çıkayım o zaman" demiş. Bir ulakla, haber önceden yetiştirilmiş köyümüze. Akşehir halkı Hoca'nın evinin etrafında toplanmış merakla, gerçekleşecek münazarayı bekliyorlarmış..
Kapının önündeki açıklıkta karşılamış Hoca Nasreddin misafirini. Kısa bir selamlaşmadan sonra bizim filozof yerden bir dal parçası alıp eline, yere bir daire çizmiş ve Hoca'ya bakmış karşılık bekler gibi. Hoca Nasreddin gülümsemiş ve eline bir çubuk almış o da, daireyi tam ortadan bölecek bir düz çizgi çizmiş vakit geçirmeden. Belli ki münazara başlamış böylece birden ve devam etmiş ara vermeden. Alim filozof Hoca'nın çizdiğini kesen dikey bir çizgiyle karşılık vermiş. Hamle etmiş Hoca hemen, eşit şekilde dörde bölünmüş dairenin üçte ikisini göstermiş, ayırmış geri kalanından işaret diliylen. Bizim Yunan sakalını sıvazlamış, takdir etmiş rakibini mecburen. Ama herşey bitmemiş henüz, alimimiz elini getirmiş dairenin üzerine ve avucunu açıp kapamaktaymış aşağı doğru. 'Ohoo' demiş Nasreddin Hoca, 'Bu da mesele mi?' gibilerinden. Getirmiş elini dairenin üzerine ve avucunu yukarı doğru açıp kapamasıyla Yunan filozof yakalamış Hocam'ın elini öpmüş yüzünde bir hayranlık ifadesiylen. Daha Hoca elini kurtarmaya ancak fırsat bulmuşken, filozof gerisin geri, geldiği gibi hızla yürümeye koyulmuş, kendisini bekleyen bineğine doğru. Yapacak işi kalmamış ki artık, mihmandarı da aceleyle peşinden.. Şaşkın köylü hiçbir şey anlamamış olan bitenden. Onlar da içlerinden birini katmışlar geri dönen kafilenin yanına. Merak etmişler çünkü, ne yaşanmış orada, öğrenmek istemişler filozofun dilinden..
Varılınca şehre, bir tercümanın yanına, sormuş meraklılar olan biteni. Anlatmış filozof; 'Sizin Hoca, büyük alim gerçekten, tebrikler, medeniyetinizin temsilcisi anında mat etti beni, her sorumu bildi; şanslısınız, o bu çağın çok ilerisinde biri.", "Önce yere çizdiğim daire; Pitagoras'tan beri, siz bilmezsiniz sandım, dünyanın yuvarlak olduğunu.. Saygıdeğer Hoca Efendi bunu bilmekle kalmadı, ortadan da ekvator çizgisinin geçtiğini anlattı. Sonra boylamları belirtmek istediğimde, Hocanız bunu da bildiği gibi dünyanın dörtte üçünü suların, dörtte birini ise karaların oluşturduğunu ifade etti, tıpkı gizli kadim bilgeliğin bize bildirdiği gibi. Sual ettim ardından; Peki gökten yağan yağmurların kaynağı neydi? Büyük aliminiz işaret etti; Yeryüzü sularının buharlaşıp, tekrar yağmur olarak yeryüzüne indiğini. Bana da öpmek kaldı bükemediğim elini.'.. Rivayet edilir ki Yunan filozof en son da şunu demiş; 'Mağlubum ama bilim adına mutlu ayrılıyorum ülkenizden, Hocanız gibi insanlar sayesinde gidecektir insanlık ileri'…
Geri dönen köylü gururla ahaliye anlatmış olan biteni! 'Sever, sayardık da bu kadarını bilmezdik, Nasreddin Hocamız muhakkak ki, yalnız köyümüzün değil, Devlet-i Âli'nin de medarı iftiharı', sevinmişler, 'Gelin bir de varalım Hoca'nın kendisinden dinleyelim hikayeyi' demişler.
Hoca söylemiş; 'YaHu bir misafir getirdiniz fakirhaneme kim bilir nereden, edepsizliği belli daha ilk hareketinden. Adam gelir gelmez, anladım yere çizdiğinden, bir tepsi baklava istedi çekinmeden. Çektim çizgiyi ortadan, böldüm ikiye; elbet paylaşacağız baklavayı yenilecekse gerçekten. Baktım uyanık tepsiyi dörde bölmeklen alacak baklavanın çoğunu kendine, hamle ettim, altında kalacak değildim ya, kaptım dörtte üçünü önceden. Bulmuş da şükür edeceğine, işaret etti, üstüne fıstık serpilsin istermiş beyefendi. 'Onu boşver de' dedim, 'harlı ateşte güzelce pişti mi, yenilmez lezzetinden'. Deli mi ne, onca pazarlıktan sonra, elimi öptü, aceleyle gitti hiçbir şey yemeden. Şimdi, anlamadım, bunca tantana neden?'…
Tahmininiz doğru; köylü kırılmış gülmekten. 'Hoca bildiğimiz Hoca, gel gör ki Allah'ın işi başka.' demişler, geçmişler. Ama doğrusu bu ya, unutulmayacak bir gün olmuş Akşehir'de..".
İşte böyle.. Sonra demek kulaktan kulağa anlatıla anlatıla öykü ulaştı bana; bunda çok dersler var da, herhalde anlayana..?
Müşfik gülüşü yine tomurcuklandı Hoca'nın, gözlerini açtı, şu sözleri ruhumda adeta, birlikte geçirdiğimiz zaman demetine konan gizemli bir kelebek etkisi yarattı;
- "Evladım, güzelinden bir gündü, yaşanacaklar yaşandı, halkın çoğu güldü geçti, onların isteği zaten eğlenmekten ibaretti, bu arada da hem filozof dersini aldı, hem dervişan anlayacağını anladı. Fakire de kısa günün kârı, bunca lafım üzerine köylünün getirdiği bir tepsi baklava kaldı. Afiyetle yedik dostlarla birlikte..
Madem hikmet sordun, sana diyeceğim şu; Pîrim'in nasihatidir, bilmediğin, yaşamadığın şeyi bilirmiş gibi söyleme, arif ol. Yaşadıkların senin rızkın, lütfedilmiş hazinen, değerlendir. Ama unutma, emanetçisin bu ibretlik alemde, bilgi de olsa, benim diye böbürlenme. Samimi ol. Bildiğinle amel ettikte, tevazuyu terketmedikçe, serpildikçe boynunu büken kabağın yükünü nasıl ki toprak taşıyorsa, mütevazı kulun yükünü taşımakta da tüm kainat yarışır. Her açığın kapatılır. Yanlışını doğruya denk getirir Erenler. Hak senden çalışır. Halk şaşırır. Bilgiyi yaşamayan alim ise, tuti(papağan) misali çok yerde yanılır. Arif bilgiyi ana kaynaktan alır. Yaradılışın maksadı irfanın açığa çıkmasıdır. Bilgiyi ince bir tülle örtmüşler, ki ancak nasibi olana nasibince kaldırılır. Keramet de verilse, sen kendinden gösterme. Seyreyle alemi, imanın artsın, şükürle gider menzile bu gemi, dilerim aşk ile geçsin her demi."..
Sayılı gün dediğin çabuk geçer, rüya ise elbet biter. Hocam'ın yanında geçirdiğim ömre bedel vakit de nihayete ermişti. Nasihatlerini asla unutmayacağımı umuyorum. Uygulamaksa çaba gerektiriyor.. Muhabbeti gönlümde, hali dileğimde, menkıbeleri dilimde olacak inş'Allah ömrümce. Nasreddin Hoca Efendiyle paylaştıklarımın zekatı niyetine, bu yazı da sizlere hediye. Dilerim biraz da siz tefekkür edin üzerine… Hu!
Paylaş