Paylaş
Korkmayanımız var mıdır? Aptallar dışında… Yok, insanlığın cesaret abidelerini aptallıkla itham etmiyorum, yanlış anlaşılmasın. En cesurlarımız da korkarlar, nefsani korkularına galip gelecek daha yüce bir korku anlayışına ermişlerdir onlar.. Cesurların cesuru Hazreti Ali(ra) korkmaz mıydı? Hazreti Hüseyin(ra) ve Kerbela aslanlarında korku yok muydu? Korkmayan Peygamber inmiş mi hiç yeryüzüne? Bence onlar en çok korkanlardı. Allah'a en yakın olanlar, O'ndan en çok korkanlardır. Çünkü onlar en çok sevenlerdir. Aşıklardır. Gerçek aşka korkusuz varılamaz..
Korku evrilerek aşka varıyor. En basit haliyle korkuyu doğada, hayvani bir dürtü olarak gözlemliyebiliyoruz. Sevginin en ilkel hali bu aslında.. Varlık zerresini devam etmeye, güçlenmeye, çoğalmaya, beğenilmeye, evrimleşmeye, birleşmeye sevk eden dürtü. Bu dürtü yaradılanların hayatiyetlerini koruması için gerekli görünüyor. Var'oluş çabası, yok'olma korkusundan ayrı düşünülemez sanırım. Varlık ve yokluk gibi, korku ve aşkı da iki ayrı kutup olarak kodluyor cüzzi aklımız. Varlık coşkusu ile yokluk dehşeti arasında bir yerlerdeyiz. İkilikte.. Ya da birlik(tevhid) penceresinden görmedeyiz; Varlık nasıl zıttı görünen yoklukla açığa çıkıyorsa, aşk da zıttı sanılan korkuyla açığa çıkmakta, hatta ancak onunla birlendiğinde tamamlanmakta..
Yüksek manada aşk, yaradılmışlardan insana özgü bir duygu. Evrimin bizde belirginleşen üst bir değeri. Korku ve yoksunluk temelli hayvani dürtülerin kemal bulmasıyladır aşk. Biz de kendi hayatlarımızda bu evrim sürecini yaşarız aslında. Aşkı yeniden öğreniriz bebeklikten itibaren. Korkuyu öğreniriz. İnsanın öğrendiği korku, dürtüsel korkunun çok daha gelişmişi, kavramlaştırılmışı olmakta; akıllı korku diyebiliriz belki buna. İlk farkındalıktan itibaren içimize, doğal olarak var'olan temel güdü dışında çevremiz tarafından ekilen türlü korkular, biz büyüyüp faydalılıklarını kaybettikçe, yeni ve daha sofistike, daha akıllılarıyla yer değiştirmek zorundalar. Yoksa toplum nezdinde sorunlu, az gelimiş olarak kodlanır, var'oluşumuzu tehlikeye sokarız. Evrim kuralı…
Toplumun yapısı çarpıksa iş değişir tabi. Gelişmek ve daha iyiye yönelmek için motivasyon sağlayan sağlıklı dozda korku, fazlaca yüceltildiğinde zararlı etki yapıyor. Böyle toplumlar korku toplumları olmakla tutuculaşma eğiliminde oluyorlar. Halbuki patinaja düşmeden evrimimizin gerektirdiği adımları yeri ve zamanı gelince atmak lazım..
Korkunun bir adım sonrası saygı… Üzerimizde etki yaratan güce karşı zamanla bir saygı gelişir içimizde. Saygı duymak sevmeye bir adım daha yakınlaştırır bizi. Yaklaştıkça daha iyi tanımaya başlarız. Muhabbetledir tanımak. Tanıdıkça korku objesini, varoluştaki yerini, ardında yatan hakikati, duygumuzun doğaldır sevgiye evrilmesi. Korkudan aşka; gelinen her evre kendinden öncekini de kapsar, varılan yeni bilginin ışığında bir önceki safha yeniden anlamlandırılır. Aynı bütünün, her geçtiğimiz evrede tekrardan isimlendirilmesidir olan aslında. Ama sonu nasılsa aşka varıyor demekle ve her evreyi hakkını vererek yaşamadan son nokta idrak edilemiyor. Ki son nokta, ilk nokta aynı zamanda ve tek nokta hem, sonsuz…
Deneyimimiz arttıkça, anlayışımız evrimleştikçe, her unsurun yaradılıştaki nedenselliğini kavrayışımız gelişiyor. İlk anda şer görünenin ardındaki hayır kendini belli etmeye başlıyor. Parçalar yerine oturuyor.. Bir de şöyle bakın korku kavramına, sevginin içinden; Hiç sevdiğini kaybetme korkusu taşımayan sevmiş oluyor mu? Sevdiğinin gönlünü kırmaktan korkmayanın nedir sevgisinin ölçeği? Bu şekilde kodlanmış, ilgi, sevgi, şevkat yüklü bir korku kavramı ne kadar da sempatik gözükmedi mi gözünüze? Bahsettiğimiz bu sıcak duyguların toplamına artık korku değil de sevgi diyesimiz geliyor. Sağlıklı bir korkunun hissedilmediği ilişkide maalesef saygı, sevgi olmuyor. Bencilce çıkar temin etmeye, arzularının şiddeti üzerinden kılıf uyduran nefsimizin ortaya koyduğu sözde 'sevgi', aşıklar nezdinde edepsizlikten başka bir şey olamıyor. Soğuk, pervasız, umursamaz, bedel ödemek istemeyen, sevginin asli doğası olan vermekten ziyade almaya yönelik, sorumsuz hislere aşk değil nefs hastalığı diyoruz bizler. Böyle kimseler hissizliklerini korkusuzluk zannetseler de biz biliyoruz ki sevgisizliktir söz konusu. Ve kalplerimizde sevgi tohumları yeşertmek için korkudan korkmayı terk etmemiz gerekir..
Bize örnek teşkil eden, Rabbimiz'in insanlığa hakikatini aktarma yöntemine bakıyoruz ve emin oluyoruz savımızın geçerliliğinden. Allah'ın(cc) azametini göstermesiyle kalplerinde Allah korkusu alevlenen İsrailoğulları, onları özgürlüklerinden alıkoyan Firavun'a olan korkularını bu sayede aşmaya hamle edebiliyorlar. Firavun 'nefs-i emmare'nin(nefsin kötülüğü emreden en düşük seviyesi) temsilidir hikayede.. Cesaretlerinin temelinde, duydukları dünyevi korkuların yerini alan daha yüce bir korku, sıkı katı kurallarla şartlıyorlar kendilerini Allah'a yönelenler ve nefs terbiyesini başlatıyorlar Hz.Musa(as) önderliğinde. Daha sonra Hz.İsa(as) ile sevgi aşamasına gelecek yolculuğun ilk adımlarında korku var önce..
Ardından, cüzzi aklın üzerindeki gölgesi kısaldıkça gönül uyanmaya yüz tutar. İşlenmiş toprakta filizlenen sevgiyle birlikte özgürleşme iyice belirginleşmektedir artık. Tersinden söylersek; nefs terbiyesinin sonraki aşamasında, sevginin tezahür edebilmesi için özgürlük gereklidir. Yumuşama başlar. Böylece, Yaradan'ın öğretisi seven bir kalple yorumlanınca daha önce anlaşılmamış hikmetler açığa çıkar.. İsa(as) bu adımın atılmasına rehberlik etmek için nüzul etmiştir. Nihayetinde artık korkunun, yani korkudan aşkınlaşmanın zirvesini belirleyecek olan Hz. Muhammed(sav) ve tam teslimiyetin ifadesi ile yol haritası tamamlanmış olur. Bu noktada artık aşktır korkunun adı. Şaşırtır bizi bebekliğini bildiğimiz aciz varlığın serpilip dönüştüğü güzeller güzeli delikanlı, dönüşeceği nurlar saçan kamil insan. Adeta tanınmazdır artık bebekliğine nispetle. Tırtıl kozayı yırtmış, kelebek olmuştur. Bu bir mucizedir. Hayatın kendisi gibi…
Kendimizden korkuyoruz, yaşamaktan, hakikatten. Bilmediğimizden korkuyoruz. Esas bilmemekten korkmakla üstesinden gelinebilir bu düşük seviyeli, bizi paralize eden korkuların. Talip olmalıyız öğrenmeye, sevmeye, hayata. Böylece harekete geçer evren. Sevgiden korkmaktansa, sevememekten korkmak efdaldir. Yolun sonuna varana kadar, gerekirse 'ehven-i şer'(kötünün iyisi) ilkesince hareket etmekte sakınca yoktur kanımca. Keza kendimiz için en mükemmelini bulmak üzere geçmemiz gereken evreler var. Ve menzile ulaşana kadar her adım hedefe oranla noksan görünür gözümüze ama bizi yakınlaştıracak olan da bu adımlardır. Korku mahir ellerde, aşka götüren bir araç. Tabulaştırmayalım. Tanrı kavramı insana lütfedilmiş en kapsayıcı, en aşkın kavram; ufak tefek dünyevi korkularımızı Allah korkusuyla takas ettiğimizde ortaya çıkacak sevgi kapasitesi inanılmaz olacaktır. Yaradılan sayılıp sevilmeden, Yaradan'ı sevebilmeye ise yol bulunamamıştır..
Yoldan savrulup şarampole yuvarlanmak, menzili şaşırmak, nakıs kalmak en büyük korkum bu yolda. Allah muhafaza… Umudum ise sevdiklerimle bir arada, 'Cemal'i görmek doyasıya.. Beni diri tuttukça, gayretimi arttırdıkça, 'Aşkın hakikati'ne erene kadar arkasında olacağım korkularımın da. Sanırım mesele korkunun da hayırlısını bulmakta.. Daha ne diyeyim, duanızı dilerim. Aşk olsun! Hu
Paylaş