Paylaş
İletişim çağının sağladığı enstrümanlar, bir medeniyetin çökertilmesi için önce kültürel taarruzla koflaştırılması ve akabinde ya sözkonusu çıkar çevreleriyle aynılaştırılmış işbirlikçi yerel unsurlarla ortama hakim olma (ve böylece ortamı sömürme), ya da yeterli oranda zayıflatıldığına inanılınca o medeniyetin stratejik noktalarına fiziksel taarruzda bulunup böylece üzerinde hakimiyet kurmayı daha makul, daha hesaplı kılıyor.
Çağlardır çakma Aristokrat-Ruhban kesim işbirliği üzerinden halk düşmanlığı yapan narsist zihniyetin, “İseviyet”(Hıristiyanlık!) inancını ölesiye boğan kah “pagan” kah “sözde modernist” dogmaları ile “İslam medeniyeti” de dönüştürülmeye çalışılıyor. Bu zihniyet, kimi tüccar ve asker kesimi de yanına alarak, iletişim/halkla ilişkilere dönüşen propaganda aygıtı işçilerinden bazı devşirmelerin de yardımıyla, ahlaksızlık zemininde yayıldıkça yayılarak, halkların sömürülen alt tabaka olduğu bir kast sistemini mukim kılmayı kendine görev bilmiş. Tabi ki ezilen alt tabakanın hak savunusunu yapan, mazlumların sığıngahı “Hak Din” bu zihniyetin baş düşmanıdır. Hele ki İslam dışında, emperyalizm karşıtı tüm ideolojilerin hakim sisteme yenik düştüğü, uydurulduğu çağımızda…
Doğrusu bizler de nefsimize karşı zayıf düşmüştük. Fırsat verdik. Misyonumuzu tamamlayamadık. Dünya imparatorluğu olmanın getirdiği şımarıklık, kibir, kolaycılık, tembellik, yozlaşma… Ve İslam’ın son güçlü bayraktarı Osmanlı İmparatorluğu’nun vücud bulmasının hikmet-i sebebine olan bağlılığımız, hak anlayışımız zedelenmişti. Yukarıdaki paragrafta bahsettiğim köleci, emperyalist zihniyetin İslam dünyasında karşılığı sayılabilecek “Emevi idare biçimi ve yaşayışı” yer yer içimize sızmış, dışarıdaki muadilleriyle işbirliği içinde medeniyetimizi kısmen çürütmüştü. Çöktük ama yok olmadık.. Çünkü büyük çoğunlukla halkımız İslam’ın hakikatiyle ve dolayısıyla “ehli beyt” sevgisiyle yoğrulmuş öz değerlerini, mert karakterini muhafaza etmekteydi.
Mustafa Kemal önderliğinde “Kurtuluş Savaşı”mızı verdik, tüm kesimler birlikteydik, ve fakat Türkiye Cumhuriyeti olarak devam eden maceramızda da rahat bırakılmadık. Aslımıza dönmemiz önündeki suni engeller, yeni çağın nefislerimize sunduğu rüşvetlerle birleşince anladık ki henüz dibi bulmamışız. Halkımızın sömürülmesi, Batı’nın türlü yöntemlerle “muhtaç bırakma, birbirine düşürme” ve akabinde sözde demokratik aygıtlarla “rıza devşirme” politikaları üzerinden meşrulaştırılarak devam ediyordu. Ama çilemiz tamamlanınca, söndü sanılan bir ateşin külleri arasında kalan közlerimizden yeniden doğacaktık. Bütün mesele zamanı gelinceye değin o közlerin muhafaza edilmesiydi. İnşallah ettik. Șimdi üzerimizdeki külleri silkelemeli, közlerimizin harıyla istiklal meşalesini yeniden canlandırarak Dünya’ya taşımalıyız.
Bu bakımdan ülkemizde yaşananların ve Türk halkının dik duruşunun, küresel çapta bir “1789 Fransız Devrimi” etkisi yapma potansiyeli vardır. Ancak yaşananları Dünya halklarına tüm çerçevesiyle doğru düzgün anlatabilmeliyiz. Bu duruş bir nevi “Türk Baharı” olarak da nitelenebilecektir, lakin farklı ve özgündür. Șöyle ki; ayağa kalkışımız ülkeyi yöneten kukla bir diktatöre karşı değil, özel tasarım bir kült hareket üzerinden üzerimize saldıran ‘Batılı devletler odaklı global sömürü düzeni’ne karşı olmuştur. Meşru savunumuz, dini ve milli değerlerimize sahip çıkmak suretiyle, bu değerlerin iyiden iyiye yozlaştırılmasına, kimliksizleştirilmeye, hem modern köleliğe karşı olmuştur. Karşı hareketimizin dayandığı zemin dini ve milli kodlar içermekle birlikte, derininde Hak ve batılın ayrışması kasıtlıdır. Bunun dışında şoven ve halklar nezdinde ayırımcı bir yöne savrulunmamıştır, savrulunmamalıdır. Karşı durduğumuz odaklar halihazırda maddi manevi olarak kendi halklarını da sömürmektedirler(işbu sömürü modern toplumlarda, bireyselleşme adı altında halkın, patronlarına fayda üreten bilinçsiz, zayıf tüketicilere indirgenmesini sağlamakla olmaktadır). Bu bakımdan kavgamız haklı, halkçı, uyanışçı, özgürlükçü ve birleştirici olma kapasiteli bir harekettir. Dolayısıyla evrenseldir. Aslında özünde barışçıdır ve örnek olacaktır.
Henüz bu kadar iddiacı söylemler için erken diyebilirsiniz. Haklısınız. Bizler ancak vizyon sağlayıp, teklif sunabiliriz. Gerçekleştirmek inançla birlikte azim ve gayret ister. Herkes özgürlüğü oranında iradesini ortaya koyacaktır. Kula kulluk edenler, nefislerine kulluk edenler kulluk ettiklerinin yanında saf tutacaktır. Hidayete eriştiren Allah’tır.
Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “Ya Hadi”den türetme “Mehdi” kavramı, Allah’ın hidayetine ermiş olmak anlamına geliyormuş. Bu bir kimse midir, bilmiyorum. Lakin bunun bir zihniyet, bir kolektif bilinç olma düşüncesi fakiri heyecanlandırıyor. Çünkü böyle bir bilincin yansımaları gönüllerde uyanmış, harekete geçmektedir.
Buna karşın üzerimize gelecek hücumların şiddetlenmesi beklenebilir. O bakımdan, bahsettiğim potansiyelin zayi olmaması için çok dikkatli olmalıyız; gevşeyemeyiz. Henüz bitmiş bir şey yoktur.
Karşılıklı iyi niyet, saygı, sevgi çerçevesinde birliğimizi pekiştirmeliyiz. Meydanlar boş bırakılmamalı. Bu meydanlar kabiliyetimize göre, iş ve üretim alanları, iletişim alanları olacaktır şimdi de.
Pek çok konuda ıslahata ihtiyaç var. Her türlü toplumsal örgütlenmelerde hakkaniyet, liyakat ve güvenilirlik niteliklerini ön plana almalıyız. Enerjimizi daha ziyade çözüm üretmeye kanalize etmeliyiz. Donanımızı, üretkenliğimizi arttırmada daha gayretkeş olmalıyız! Cömertçe paylaşmalıyız.. Asla şımarmamalı, kibirlenmemeli, şoven duygulara kapılmamalıyız.
“Bir musibet bin nasihatten yeğdir” demişler. Akleden, kendi muhasebesini yapabilen bir toplum için bu yaşananlar hızla tekamül etmeye kafidir umarım! Bizi takdir eden, inanan, anlayan, seven, bizimle sevinenler de buyursunlar safımıza, hissebend olsunlar; bizdendirler!
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
Paylaş