Paylaş
Yaz ortalarına doğru büyükbabamların birkaç haftalığına bize misafirliğe gelmeleri adettendi. Büyükbabam erkenden sabah duasına kalkar, ardından da 'olmazsa olmaz' kendine bir Türk kahvesi pişirirdi. Fakir de erkenci olduğumdan o saatte benimle birlikte ayakta birinin olması hoşuma giderdi, böylece ev ahalisi uyanana dek ses yapmadan kendi kendime oyun oynamak yerine, onun gizemli sabah ritüelini izlerdim. Büyükbabam kahve çekirdeği gibi sert mizaçlı bir adamdı. Lezzetini ortaya çıkarabilmek maharet isterdi. Bu maharet çocuklarda doğal olarak bulunabilen bir niteliktir.. Bazen kahvesini içerken masada karşısına oturur, onu konuşturmaya çalışırdım. Lütfederse dilinden uzak zamanların çile yüklü hikayelerini gerçeküstü masallarmışcasına hayretle dinler, hayallere dalardım. Balkan harbinden kaçış, 'petit-Paris Adrianopol'(Edirne), Dünya savaşları, eski İstanbul…
Sabahın erken saatlerinin bu sihirli buluşmalarından birinde büyükbabam önüme bir fincan, yanına da ufak bir kurabiye tabağı koydu. Bakır cezveden fincanıma dökülen bu simyayla beni bir çocuktan, muhatap alınabilecek bir yetişkine dönüştürmüştü o an adeta. Seveyim diye şekerlice yapmıştı bu sefer kahveyi. Azar azar içilirmiş, ne bileyim? Anlamadan bitti! Zaten azıcık içeceğin yarısı da çamur gibi bir şeydi. Neyse ki müthiş bir yaratıcılıkla telveye kurabiye bandırarak keyif süresini uzatmayı keşf'ettim. Büyükbabam gülümsedi. Kahve bahaneydi… Kahveyle tanışmam böyle olmuştur!
Bir gün gelip de kahveci olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Aslında 30'lu yaşlarıma kadar nedense kahveyi unutmuş, çaya alışmıştım. Ancak o dönem uzak bir sahil kasabasında yaşayan, derviş meşrepli bir grup müzisyen arkadaşıma yaptığım sık ziyaretler ve uzun süreli kalışlar sırasında, yaşları kemale ermiş bu tatlı abilerim sayesinde leziz kahve ritüelleri yeniden hayatıma girdi. Onlarlayken kahvaltı gerçekten kahve-altı yani kahveye altlık olarak atışırılırdı, maksat kahveydi, tabi esas maksat muhabbet! Ve her öğünümüz kahvaltıydı birlikte.. Hallice kahveyi o zaman öğrendim. Artık pek bilinmiyor. Ortadan hallice, orta ile şekerli arası bir kıvam, kahvesi de biraz fazlaca olur. Sonunda büyükbabamın o özlem duyduğum çocukluk sabahında pişirdiği kıvamın ne olduğu anlaşılmıştı; ortadan hallice.. Lafın gelişinin ahvalime uygunluğu da ayrı güzeldi. Ve bundan böyle, sabahları halen çayı tercih etsem de, akşam vakitlerinde içilen 'hallice yorgunluk kahvesi'ni bir ritüel olarak gündelik programıma dahil ettim. Gelgelelim öğrendiğim tarifi tam uyguluyor lakin tam istediğim kıvamda kahve pişirmeyi henüz beceremiyordum..
İyi kahve pişirmeye ilk uzun adımımı atmamda 'usta bir kahveci dede' anahtar rol oynamıştır. Zaman zaman o ufacık kahvehanesine gider, kahve bahane, pişirişindeki ustalığı seyreder, imrenirdim. Bir gün cesaretimi toplayıp sual ettim; "Usta bu işin sırrı ne? Kahve mi önce konur, su mu? Su sıcak mı olmalı, soğuk mu? Ateş kısık mı, harlı mı? Ya kahvenin menşei, kavrulma kıvamı?"… Kahve ustasının verdiği cevap hayatta bir çok başka soruya da ışık tutacak nitelikteydi; "Evladım, denemeden nereden bileceksin?". Haklıydı! Ne kaybederdim ki, varsın bazı kere pişirdiğim kahve başarısız olsundu! Tüm ihtimalleri deneye deneye sonunda öğrenecektim. Nitekim birkaç ay sonra istediğim kıvamı neredeyse tutturmuştum..
Kahvenin tarihçesinin tasavvuf kültürüyle ne kadar içiçe geçmiş olduğunu ise daha sonraları öğrendim.. Beş yıl kadar önce ustam fakiri Tunus'a göndermişti, ki orada daha önce varlığını bilmediğim 'Şazili' sufileriyle tanışmış, 11.yy'a damga vurmuş büyük İslam alimlerden Şazili Hazretleri'nin makamında dualar etmiştim ve geri döndükten kısa bir süre sonra "Derviş Baba', deliler, abdallar, meczuplar, aşıklar kahvehanesi"nin kuruluşunu gerçekleştirmiştik. Akabinde ustam 'Derviş Baba', Şazili geleneğinden kahve pişirmekle ilgili el de verince, bu bağlantıyı araştırma arzusu duydum ve bir baktım ki orada bizi ağırlayan Hazret meğer 'Kahvenin Piri' olarak bilinmekteymiş. Dervişlerine kahve içirmeden zikir yaptırmazmış. Fakiri de eli boş göndermemiş. Böylece sürecin manevi boyutu da tamamlanmaya başlamıştı. Nitekim artık her kahve pişirdiğimde Hazreti Veysel Karani başta olmak üzere, ululara, Pir Şazeli Hazretlerine, ustama duayla koyulurum işe. Ve onların bereketiyle kahvenin tadı da bunca yıllık arayışın sonunda artık tam kıvamını bulmaktadır sanki.. Hamd'olsun!
Kahve deyip geçmemeli, bakın 5 yaşımda içtiğim o kahvenin hikayesi bugün 40 yıl sonra bile hala dilimde. Bir acı kahvenin 40 yıllık hatırı.. Doğrusu siz de biliyorsunuz ya; gönül ne kahve istiyor, ne de kahvehane, gönül sohbet istiyor, kahve bahane..
Haftaya gündem bir başka şey dayatmazsa kahve sohbetimiz devam edecek. Sizlere kahvenin keşfi, etimolojisi ve tasavvuf kültüründeki yerini, yerim el verdiğince de kahve pişirmenin inceliklerini anlatmaya çalışacağım. Üstüne bir de klasik usül Türk kahvesinin üzerinden geliştirebileceğiniz yeni lezzetlerle ilgili ipuçları da olacak… İnş'Allah!
Bu yazı vesilesiyle şimdiden hepinize tatlı hatırasını en az 40 yıl kalbinizde taşıyacağınız şahane bir yılbaşı diliyorum! Pekçoğunuzun yeni yılın ilk sabahına bir fincan 'kahve' ile başlayacağını tahmin edebiliyorum, umarım hem de kahve eşliğinde hoş bir dost sohbetiyle olsun! Gönlünüz muhabbetle dolsun! Muhabbetiniz daim olsun! Hayırlı seneler efendim… Hu
Paylaş