Paylaş
“Ne tüketiyorsak oyuz” ve ihtiyacımız olmasa da bir kısım medyanın meşrulaştırmaya gayret ettiği hırslarımız uğruna, servetseverlerin cebini şişirmek üzere, onlarla aynileşme başarısını göstermenin bedelini yine onlara ödüyoruz. Aslında tükettikçe fakirleşiyor, nefsimiz bakımından obezleştikçe manen zayıf düşüyoruz…
Görünürde kilolu biri değilimdir. Ancak -bilenlerin onca uyarısına karşın- başka bir çeşit “obezite”nin pençelerini üzerime geçirmekte olduğunu farketmedeyim. Çünkü mal tatlı, edinmesi meşru, sergilemesi ise itibar kazandırıyor mesleğimde.. “İlmi” bir obezleşmeden bahsetmekteyim! “Çok biliyorum” anlamında değil, “bildiklerimin pek azını uygulayabiliyor ama daha fazlasını istemekten de kendimi alamıyorum” manasında. Bence bu husus hepimizi ilgilendiriyor devrimizde; “bilgi çağında ilim hırsına kapılmak”…
“İlim” ki olmazsa olmazımız, onsuz cahil kalırız; tamamı, bir sıfatı da “El Alim” olan Yüce Rabbimizdendir! -En uzak yer anlamında- Çin’de olsa almalıyız. Buraya kadar güzel. Ancak ilim edinmenin de bir edebi var, ve de paylaşmanın.. Bugün özellikle üstünde durmak istediğim ise “ilmi ile amel etme” mevzusu. İşte burada bir tıkanıklık, bir sorun olduğunda oluyor şişme, “obezleşme”, hastalanıyoruz…
Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri, “kötü sıfatların menşei ve fitne fesadın anası olan kibir ve benliğin yedi sebebi” olduğunu bildiriyor; “ilim, ibadet, güzellik ve yakışıklılık, güç ve kuvvet, mal, son olarak da çocuk, akraba, hizmetçileri ile övünmek”.. “İlim” bahsi ile ilgili de şunları zikrediyor: “Hepsinden büyüğü budur. İlacı da çok zordur. Zira ilmin mertebesi ve değeri, Allah ve insanlar katında büyüktür. İlim insana farz olduğu için, öğrenmesini terk edemez. Onun güzel hali budur. O halde bunun ilacı iki marifetle olur:
1) İlmin faziletinin, iyi niyetle olunca ve onunla amel edince ve ücretsiz, Allah için onu yaymakla olduğunu bilmelidir. Yoksa ilim, sahibine vebal olup, sahibi cahilden aşağı kalır. Ahirette çok şiddetli azap bulur. O halde böyle ilimle nasıl kibir edebilir?
2) Kulların kibirlenmesinin haram olduğunu bilmelidir. Kibir ve azamet, yalnız Allahu Teala’ya mahsustur. Mahluklara layık olmadığı açıkça bellidir. Eğer alimin niyeti halis olup, ilmi ile amil olduysa, o ilim ona huşu ve hudu verir. Böylece tam alçakgönüllülük ile peygamberler ve veliler yoluna gider. Haşa! O, kimseye tekebbür ve benlik edemez. Zira kendini her mahluktan aşağı bilir”..
Eskiden bilgiye ulaşmak daha zordu. Eğitimli kişi sayısı azdı. Hele bazı hususi bilgilere ulaşmak için ehlini bulmak, türlü sınavlardan, merhalelerden geçerek liyakatını ispatlamak gerekirdi. Bugün ise teknolojik gelişmeler sayesinde bilgi(aslında daha ziyade “malumat”ı kastediyorum) çok daha kolay ulaşılır bir haldedir. Bir düşünsenize sadece gün içinde anaakım ve sosyal medyadan size akan bilgiyi. Konuya “hepsinden mesul olma, onlarla amel etmeyi yüklenme” olarak baktığımızda, “eyvah” dememek ne mümkün!
Hele ki mesela Hz.Pir Seyyid Ahmed er-Rifai’nin(ks) ilk mürşidinden, yazıya dökseniz birkaç satırlık ilim, bir nasihatçık aldıktan sonra, ta onu özümseyip, o ilimle amel eder hale gelene dek bir sene boyunca bir daha yanına uğramadığını söylesem, bu edebin ne kadar uzağında olunduğu daha belirgin olur sanırım. Keza; “Bildiği ile amel edene Allah bilmediğini öğretir”(hadis)…
Oburluk, şehvet, biriktirme hırsı türlü kılıklarda çıkıyor karşımıza. Çağımız tüm bu zulmani sıfatları azdıracak malzemeyi belki de hiç bir vakit olmadığı kadar cömertçe sunuyor bize. Ve toplumun görünür katmanında iyice belirginleşmiş olan (ırsi, biyolojik bazı hastalıktan kaynaklanmayan) sağlıksız bedeni obezleşme aslında daha gizli olan bu bahsettiğim tip “ilmi/teknolojik obezleşme”ye işaret ediyor. Hem daha tehlikeli çünkü kişi o tür obezliğini farkedemiyor, üstüne bir de kibirlenebiliyor.
Vakt-i zamanında öncelikle ilime ulaşmanın zorluğunu aşma gayretinde olan insan bugün çoğunlukla kolay ulaşabilir olduğu ilim ile nasıl amel edeceği, bu ilmin mesuliyetini nasıl üstleneceği, ilmi nasıl hazmedeceği meselelerini halletme durumundadır artık aynı oranda. Açlıkla mücadelenin yanına obezlikle mücadele de katılmış oldu şimdi. Ve bu da insanlığın hakkaniyetle paylaşım temel sorununa remizdir aslında.
Yeme içme olsun, mal mülk olsun, ilim irfan olsun zekatını vermek gerekir. Toplumsal huzura, barışa anca böyle erişilir. O halde kişi kendisi için hep fazlasını daha fazlasını isteyene kadar komşusunun, kardeşinin açlığını gidermeyi de önemsemelidir. Hele ki; “Kendiniz için istediğinizi mümin kardeşiniz için de istemedikçe kâmil mümin olamazsınız”(hadis) hatırda olunca..
Gıdalanmamız aslında hayırlı amellerde bulunabilmek, bu doğrultuda bir yaşam sürmek için değil mi? Vücut yediği içtiği oranda çalışırsa sağlıklı oluyor(tabi yediğimiz içtiğimize, çalışmamıza dikkat etmek kaydıyla). İşte nefs de öyle. Ve merkez konumundaki kalp de iki yönlü; “nefs-i natıka, ruhani nefs” ile “nefs-i hayvani, şehvani nefs” arasında bir köprü. Bunlardan hangisi kalbe hakim olursa istikametimiz ora.
Velhasılıkelam, ne nefsimize zulmedecek gibi bir açlık ne de obezlik… Ki fazla kilo kalbi yorar. İyice sindirilen gıdalar, sistem doğru çalıştığında öyle incelir, öyle letafet kazanır ki ruhani bir besine dönüşür. Ama sindirimin çalışmasına müsade etmemecesine oburca, daha sistem evvelki yediğini sindiremeden üzerine yığınak yapılırsa, aldıklarımız incelemeden kaba düzeyde kalır ve birikip toksikleşiler. Obezleşiriz. Obezleşen nefistir ve bu bedende hangisi haddini aşarsa ötekinin hakkına tecavüz olur. Obez nefs, ruhu (mecazen) öldürür.
Kendisi ile amel edilmeyen ilim sırtımıza vurulmuş eşek yüküdür. Elbette bir yazıda bunun tüm sakıncalarını detaylandıramayız. Yine de “çok bilen çok yanılır” sözünü de zikretmeden geçemeyeceğim. Allah’ın bildirdiğini de bilmemezlikten gelemeyeceğimize göre en iyisi, ilmin sahibini akıldan çıkarmadan, tevazuyla “O’nun bildirdiği kadarını biliyorum” demek ve bununla amel etme, hal edinme, paylaşma gayretinde olmak olsa gerektir.
Zen Budizm’in kurucusunun ilk müritlerine kesinlikle okumalarını önerdiği “Lankavatara Sutra”dan: ”Hakikati anlamadan(özümsemeden/sindirmeden) beyhude çabalarla bir sonuca varan, göreli bilginin çeşitli biçimlerinin(Vijnanaların) ormanında kaybolmuştur; bu gibi kişiler ego-özlerinin(nefislerinin) bakış açısını doğrula(t)ma çabasıyla(arzusuyla) oradan oraya koşarlar…” Ve kim bilir nereye varırlar!
Öyleyse Hazreti Peygamberimiz’in(sav) ”Ya Rabbi! Faydasız ilimden, sana tazim etmeyen kalpten, duymayan nefisten, kabul edilmeyen duadan sana sığınırım" niyazından bizleri de nasipdar eyle Ya Mucib. Bu fakiri de -biraz olsun okuduğum öğrendiklerimi sizlerle paylaşma, zekatını verme niyetiyle söz söylerken- yaşamadığım şeyi yaşamış gibi yansıtmaktan, bunun üzerinden kibire kapılmaktan muhafaza eyle. Obezleşmekten koru, kurtar. Katından lütfettiğin ilim ile senin rıza-i şerifin için hayırlı amellerde bulunabilmekliği hepimize nasib-i müyesser eyle! Hu
Paylaş