Paylaş
Meselin İmam-ı Azam'a atf'edilenini de Şems-i Tebrizi'ye nispet edilenini de duymuşluğum vardı. Ama geçenlerde sahafları gezerken elime geçen eski bir 'Dinî şiirler Antolojisi'nde yer alan manzum versiyonuna evvelce rastlamamıştım. Baktım internette de bulamadım. Böylece paylaşmaya karar verdim..
Aşağıda bulacağınız 'Filozofun Cevabı' isimli şiir 1879-1947 yıllarında yaşamış İstanbul doğumlu (öğrendiğime göre Cerrahpaşa Rifai tekkesi son şeyhinin torunu) Şerefeddin Yaltkaya Efendi'ye ait. Hem Osmanlı'nın son dönemini, hem yeni Cumhuriyet dönemini yaşamış bu ilginç şahsiyet Davutpaşa Rüşdiyesini ve Dar'ül Muallimini bitirip Darü'l-İlm ve't-Talim'de, ayrıca çeşitli liselerde ders nazırlığı yaptıktan sonra 1924'te Dar'ülfünun 'İlahiyat Fakültesi'nde 'kelam tarihi müderrrisi' olmuş. 1933'te fakültenin kapatılıp yerine 'İslami Tetkikler Enstitüsü'nün açılmasıyla buranın İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ndeki 'İslam dini ve felsefesi' bölümünde 'Ordinaryus Profesör'lüğe kadar yükselmiş. Nihayetinde Şerefeddin Bey 1942'de getirildiği 'Diyanet İşleri Başkanlığı' görevini vefatına kadar sürdürmüş. Türkiye'nin bu ikinci diyanet işleri başkanı, Atatürk'ün cenaze namazını kıldıran kişi olarak da hatırlanır. Din bilgileri, tasavvuf, edebiyat, felsefe alanlarında eser veren Yaltkaya'nın Ortadoğu İslam dünyasının ilk alegorik eseri kabul edilen(bana göre fantastik, alegorik, felsefi öyküleme geleneğinin bu coğrafyadaki öncülü) ve İbn Tüfeyl ile İbn Sina'nın ayrı ayrı çeşitlemeler halinde kaleme aldığı "Hay bin Yakzan" adlı eser tercüme/düzenleme çalışması benim için bilhassa dikkat çekici. Türün meraklılarına tavsiye ederim. Şimdi sözü daha fazla uzatmadan sizi Yaltkaya'nın 7+7=14'lük ölçüde yazdığı, adını 'felsefe taşı' olarak yorumladığım(bilirsiniz; simya iliminde efsanevi felsefe taşı, dokunduğu her nesneyi altına çevireceğine inanılan ama asla bulunamamış[?] nesnenin adıdır) 'filozofun cevabı' manzumesiyle başbaşa bırakayım :
"Mirasyedinin biri filozofluk taslardı,
Çevresinde bir alay dalkavukları vardı;
Bu filozof taslağı aklınca ders verirdi;
Fakat bütün dersleri onlara ters verirdi.
Bunlar, o ters derslere: 'Evet efendim' derler,
Hergün onun evinde yemek yerler, içerler.
Gerçekten bir filozof vardı onlara komşu;
Fakat söz söyleyemezdi, bir kusuru varsa, bu..
Berikilerin işi yemek, içmek, gezmekti,
Yemekten sonra kalkıp hava almak gerekti,
O filozof taslağı keşfetti bir mesele,
Dedi: 'Kalkın gidelim hepimiz güle güle;
O söylemez filozof nerededir görelim,
Sorgu sorup başına onun çorap örelim.
Güleriz, eğleniriz, biraz hava alırız,
Böylelikle akşama kadar orda kalırız.'
Gide gide buldular bu gerçek filozofu,
Bir tarlanın yanında oturmuş, kurmuş pusu!
Düşünen gözlerinden marifet akıyordu,
Sanmayın ki o yalnız dünyaya bakıyordu.
Selam verdiler ona, başıyle aldı selam,
Çünkü biliyorsunuz, söylemezdi o, kelam,
Bu filozof taslağı dedi ona: 'Sana üç
Sorgu sormak isterim, fakat cevapları güç,
Sorsam, bana acaba bir cevap verir misin?
Bu dağ gibi sözleri yıkar, devirir misin?
Gözleriyle, başıyla anlattı ki: verecek;
O dağ gibi sözleri sessizce devirecek;
Sorunun birisi bu: 'Allah vardır', diyorlar;
Fakat ne görüyorlar, ne de gösteriyorlar!
Bundan ötürü ben derim: Allah yoktur, var ise,
Görülmek, gösterilmek lazım gelir herkese!
İkincisi de budur: Cehennemin ateşi
Şeytanı nasıl yakar, şeytan ateşin eşi?
Değil mi ki şeytanı od'dan yarattı Tanrı,
Ateşten bir ateşe gelir mi acı, ağrı?
Üçüncü soru şudur: E… Madem ki kader var,
Kimse mesul olmamak lazım değil mi? Kader:
'Kimse mesul değildir, yalnız mesul benim' der,
Ya kader var mesul yok; ya mesul var kader yok!
Budur anlamadığım işlerden biri en çok.
Bu sözleri dinliyen filozof da bir taşla
Bakınız nasıl üç kuş vurdu sağlam bir başla;
Yerden bir kesek aldı, attı onun başına,
Kesek geldi filozof taslağının kaşına,
Alnı şişti, kızardı, kızdı haykırdı ona,
Dedi: 'Yanımdakiler, tanık olunuz bana.
Şimdi ben şehre varıp mahkemeye giderim,
Sizleri tanık tutar, hakkımı hak ederim.
Hemen hakime gidip davayı anlattılar,
Vakanın üzerine birçok sözler kattılar;
O söylemez filozof getirildi ortaya.
Hakim ona dedi: 'Bu mahkemedir, buraya
Getirilen söz söyler, sorguya cevap verir,
Sorgunun karşısında suçu olanlar erir.
Her ne sorarsam cevap vermen gerekir sözle,
Başka bir şey dinlemem, anlıyamam ben gözle.
O söylemez sanılan filozof, dile geldi,
Sözleriyle herkesin akıllarını çeldi,
Dedi: 'Bana üç sorgu sormuştu, cevap verdim:
Bir taşla üç kuş vurup ona bir kitap verdim!
Demişti: Allah yoktur, çünkü onu bir insan
Göremez, gösteremez; görünmez mi var olan?
Onun için ben derim kesekten ağrı, acı
Gelmiş olamaz ona, görülmez çünkü sancı.'
'Görülmez, gösterilmez şeyler yoktur' deyince
O sancıya yok demek lazım gelir netice.
Bir de demişti bana: 'Od'dur aslı şeytanın,
Od od'u nasıl yakar, nedir buna bürhanın?'
Kesek atıp başına, ona bir bürhan verdim,
Od'u od nasıl yakar kendisine gösterdim.
Topraktan olan insan topraktan ağrı duydu;
Od da odu yakacak.. Bakınız nasıl uydu!
Bana üçüncü bir şey daha sormuştu kendi,
Bu sorgusiyle fakat o, kendisini yendi:
'Kader varken' demişti 'mesul yoktur beşerde,
Kimse mesul olamaz hiç bir an, hiç bir yerde',
Beni niçin o halde mahkemeye getirdi?
Böylelikle davayı o, kendisi bitirdi."
Eyv'Allah! Bu meşhur, nükteli hikayet, kimilerince yerli yersiz kullanılıp, buna karşın bazı felsefecilerce ziyadesiyle teknik analize tabi tutulmuş ve eleştirilmiş olsa da vuruculuğu ve dudaklarda bıraktığı gülümseme çağlar ötesine taşınmış. Biz de ucundan maneviyata ilgi duyanların teveccüh etmeye başladıkları tasavvuf, felsefe vb. sohbetlerinde sormaya doyamadıkları, neredeyse en popüler 'ilk üç'ü oluşturan malum sorulara bu latifeyle katkıda bulunmuş olalım pazar keyfinizi bozmadan. Her ne kadar alanımız felsefenin sınırlarının dayandığı yerde başlasa da, ön hazırlık aşamasındakilere tadında felsefenin zararı olmaz inş'Allah :) aşk olsun, Hu…
Musa Dede / GÖLGENİN HAKİKATİ
kesek: bel, çapa ya da sabanın topraktan kaldırdığı iri parça
od: ateş
bürhan: delil, ispat
kaynak kitap : Dini Şiirler Antolojisi / Gündüz Gürgen - Yeni kitap basımevi / Konya 1966
Paylaş