Paylaş
"Türk milleti İslam'ı daha ziyade, elim Kerbela vakası sonrasında Emevi hükümranlığının baskısından kaçan 'Ehl-i Beyt' muhiplerinin(sevenlerinin) sığındığı Horasan illerinden zamanla Anadolu'ya sökün eden 'Horasan Erenleri' yoluyla öğrenip, benimsemiştir" desek yalan olmaz herhalde.. Bu bakımdan coğrafyamızda halkın çoğunluğunun tabi olduğu İslam anlayışı, Kur'an ve Hz.Peygamber'in(sav) sünnetini öne çıkarmakla birlikte, Ehl-i Beyt[Hz.Muhammed'in(sav) hane halkı; Hz.Ali, Hz.Fatıma, Hz.Hasan, Hz.Hüseyin (ra)] muhabbeti ve buna bağlı olarak da hikmet, hoşgörü, sevgi, civanmertlik çerçevesinde gelişmiştir. Kanımca cihanşümul(dünya çapında) bir devlet geleneğine ulaşmış olmamız ve bu anlayış yozlaşana değin İslam'ın bayraktarlığını yapagelebilmemizin başlıca nedeni budur. Bahsettiğimiz anlayış Osmanlı'da bilhassa, tarikat kurumları olan tasavvufi tekkeler etrafında şekillenmişti. Bir dönemin manevi üniversiteleri olan tekkeler, dergahlar tüm çevrelerini etkilemekte ve halka yüksek bir ahlaki anlayışı örneklemekteydiler. Bu kapılar genelde 'tevhid'(birlik) ülküsünden kopmaksızın, ancak her meşrebin de kendini bulabileceği biçimde bir çeşitlilik sergilemekteydi..
Zamanında Anadolu'yu İslam'la mayalayan sözkonusu 'Hak Erenler'in başlıcalarından biri de Pir 'Hacı Bektaş-ı Veli'dir. Hakkında türlü rivayetler olmakla beraber 13. yy'da yaşamış olduğu, Horasan'dan Anadolu'ya gelerek Kırşehir ve civarında öğretisini yaymaya başladığı konusunda mutabakat vardır. Peygamber(sav) soyundan (Seyyid) olduğuna inanılmaktadır, ancak eldeki silsileler muhteliftir, son dönemde manevi silsilesini 'Vefai'liğe bağlayan görüşler ağırlık kazanmıştır.
Hazreti Hacı Bektaş Veli'nin ardıllarınca kurumsallaştırılan 'Bektaşilik', bilhassa hoşgörüyü öne çıkarması ve aristokratlaşmaya gösterdiği direnç ile, hem kentlileşmemiş halk kesimleri ve hem de kadim Türk 'kamlık'(şamanizm) gelenek göreneklerini kısmen de olsa muhafaza etmeye eğilimli bazı (özellikle Türkmen) aşiretler açısından İslam'ı yaşayışa elverişli bir zemin oluşturmuştu. Zaman içinde, zaten kökeninde güçlü bir Ehl-i Beyt sevgisi olan (özünde ehl-i sünnet) 'Bektaşi tarikat geleneği'nin yerel unsurlarla da sentezlenerek, önemli oranda 'Alevi/Bektaşi' inanç türevlerine evrilmiş olduğu anlaşılıyor. Bu dönüşüm zamanla devletin resmi dini anlayışı olarak yerleşen 'Sünni İslam' itikadından bir ayrışma olarak algılanmaya başlanmış ve bugüne dek süregelen türlü sorunlara sebep gösterilmiştir. Kimi zaman da sınıfsal yahut kökene dayalı sürtüşmelerin yönetici kesim lehine hallinin kılıfı olarak sunulmuştur kamuoyuna..
Yaşanan türlü sosyopolitik meseleler sebebiyle ve ayrıca da Bektaşi öğretinin kök saldığı kültürel zeminin gerekliliği olarak bu tarikatte aktarımın ekseriyetle zengin bir sözlü geleneğe dayandığını görüyoruz; Menkıbeler, darb-ı meseller, nefesler(şiir, türkü), nükte ve fıkralar… Alevi/Bektaşi nefesleri olsun, Bektaşi fıkraları olsun ortaya konulan bu edebi ve manevi zenginlik, taşıdığı insani değerler bakımından yalnızca bu yolun izdeşleri tarafından değil, halkımızın oldukça büyük bir kesimi tarafından sahiplenilmiş, Anadolu İslam'ı yahut Türk/İslam sentezi denilen olgunun ana sütunlarından, halk kültürümüzün can damarlarından birini oluşturmuştur..
Böylece konuyu Bektaşi fıkralarına getirmiş olduk, ki içinden geçtiğimiz Ramazan gecelerinde de Karagöz/Hacivat gibi, ortaoyunları gibi halkın geleneksel neşe kaynaklarındandır. Başkahramanı 'Baba Erenler', Hoca Nasruddin gibi hem güldürür, hem düşündürür.. Halk nezdinde, riyaya(ikiyüzlülük) bulaşmış sözde dindarlara, hoşgörü fakiri asık suratlı kimi ulemaya, tepeden bakan zengin yönetici kesime, ama en çok dini taassup(bağnazlık) sahiplerinin baskısına karşı bir başkaldırı temsili, en azından mizah yoluyla bu baskıyı hafifletici bir unsur olarak benimsenmiştir fıkralardaki Bektaşi karakteri 'Baba Erenler'. Baba Erenler, kalıplaşmış dini uygulamaları sorgulayışındaki içtenlik, düştüğü zaaflar karşısında hüsn-ü zanla Yaradan'a sığınması, bazen O'na karşı isyan görünümünde nazlanması, insancıllığı, nüktedan zekası ve en aykırı görünen duruşunda dahi muhabbeti, yakınlığı hissettirmesi ile sevdirmiştir bize kendini. Züğürtlüğü, miskinliği, samimiyeti, hesapsız hoşgörüsü, günahı, sevabıyla bizden biridir o, gerçektir.. Selam olsun!
Bu girizgahtan sonra önümüzdeki haftalarda da nasipse Bektaşi fıkralarından bir seçki getireceğim huzurlarınıza, şimdi ise tadımlık iki örnekle son verelim yazımıza;
* "Baba Erenler'e sormuşlar: -'Allah var mı?'. Baba Erenler: -'Elbette var, ki 70 yıldır boğuşuyoruz, hem de hep O'nun dediği oluyor!"..
* "Baba Erenler'e 'Ramazan ayı rahmet ayıdır, Allah(cc) dilekleri kabul eder, ne istersen verir' demişler. Erenler'in de epey borcu varmış ödeyemediği. Hemen caminin yolunu tutmuş. Girmiş, bildiği kadarıyla iki rekat namaz kılmış ve şöyle dua etmiş: 'Ya Rabb, bilirsin seni evinde rahatsız etme huyum yoktur, şu borcumu ödeyecek kadar para ihsan eylesen yeter, sonra da söz, daha gelip hele bunlar gibi günde 5 defa seni taciz etmem!".. Aşk olsun! Hü…
Paylaş